Gondwana Yağmur Ormanı, Nimbin, Byron Bay
İlk durak Springbrook Milli Parkı içinde, Dünya Mirası koruma listesinde milyon yıllık bir yağmur ormanı olan Gondwana Parkı. Dünya mirasında olmasının sebebi de “tarih öncesi türlerin kalıntılarını günümüze taşıyan bir nevi yaşayan sandık” olması şeklinde açıklanıyor hoşgeldiniz tabelasında.
Gondwana adını da tarihi ve coğrafi gelişiminden alıyor:
"Gondvana, ya da diğer adı ile Gondvana Kara Parçası, günümüzde Güney Amerika, Afrika, Arap Yarımadası, Madagaskar, Hindistan, Avustralya ve Antarktikayı kapsayan tarih öncesi süperkıtaya verilen isimdir. 600 milyon yıl önce, Geç Prekambriyen Dönem'de oluşmuş, 180 milyon yıl kadar önce Erken Jura Jeolojik (Jurrasic) Dönemde de parçalanmaya başlamıştır. Gondvana Kara Parçası adı, aynı dönemde Güney Yarımküre'deki oluşumlarla benzerlik göstermesi bakımından Hindistan'ın orta kısmındaki Gondvana bölgesinde gözlenen üst paleozoik ve mezozoik dönem oluşumlarına atıfla, Avusturyalı yerbilimci Eduard Suess tarafından oluşturulmuştur."
Bu orman, yine bu ormanda türemiş ve hala bu parkta ilkel ve değişime uğramamış türler açısından son derece zenginmiş. Ürkütücü değil mi? Ben de bunları okuduktan sonra, tepeleri görünmeyen ağaçların yarattığı serinlik ve gölge altında gezmek üzere olduğum bu parkta dinazor göreceğimi düşünmeye başlamıştım.
Aracımızı park alanına çektiğimiz yerin de hemen hemen orman içi olmasından dolayı muhteşem kuş sesleri dolu dolu dolduruyor kulaklarımızı. Bir beste icra edercesine kaliteli, değişken, inanılmaz özgün kuşlar var. Hem rengarenk hem de konservatuar sanatçısı gibi! Nitekim “song bird” (müzik kuşu) olarak sınıflandırılıyorlar. Dünya “müzikkuşları”nın önemli iki türünün bu ormanda 54 milyon yıl önce türediği düşünülüyor..
Ormanda belli bir patikadan yürüyebiliyorsunuz. Bunun dışına çıkmak hem tehlikeli hem de yasak. Ama bir saatlik yürüyüşümüz boyunca bunu denetleyecek kimseyi de görmedik. Çok eski kurbağa türleri olduğunu da okuduk, ne var ki ormanın bol otlu zemininde böcek , kurbağa ve sürüngen gibi hayvan çeşitlerini görmedik.
Ancak gördüklerim arasında çok sıradışı bulduklarımdan birisi palmiye ağacı gövdeli eğreltiotu ağaçları idi. Yaratıcılığınızı hiç zorlamayın; aynen gözünüzün önüne geldiği gibi:) Yahut eğreltiotu adeta bir saksıdan henüz çıkartılmış gibi iki ağaç dalının kesiştiği bir noktada yetişmiş. Son derece özgün. |
Benzer şekilde ağaç gövdelerindeki farklılık için bile dakikalarca bir ağaca bakma isteği uyanıyor insanın içinde. Hayatta kalabilmek ve türünü sürdürebilmek için ağaçların birbirlerine yaptıkları oyunları görünce “güçlünün güçsüzü yendiği” doğa kanununun tıkır tıkır işlediğini çıplak gözle görebiliyorsunuz. |
Bu ormanın belki de en çok izleyici topladığı özelliği ise ışık yayan kurtçuklar (glow-worms- ngari talngai) . Bunlar, Avustralya’ya özgü çok eski bir tür sineğin (Arachnocampa Flava) gece asılı oldukları mağaralarda ışık yayan larvaları. Larvaların bedeninde oluşan bu ışık 4 kimyasalın birleşmesinden oluşuyor ve amaç “yiyecek” olan avları cezbetmek. O sebepten bu ışık yayma geceleri oluyor. Bir örümcek ağının vazifesini gören uzun ve yapışkan iplikçikler üreterek bu yaydıkları ışığın büyüsüne kaılan sinek gibi küçük omurgasızları yakalıyorlar. Avlarını yakaladıktan sonra eneri tasarrufu için ışıklarını “söndürüyorlar”. Mevcudiyetleri bu yağmur ormanına bağlı kurtçukların ışıklı aktivitelerini görmek üzere saat 20:00’den sonra, karanlık bastığında rehberli turlar yapılmakta. En güzel izleme dönemi Aralık –Mart arasındaki sıcak ve nemli mevsimmiş. Bir saat süren orman keşfimizin ardından 1 saatlik pastoral, dağlık, otlayan inekler ve atlarla dolu, hatta kocaman dinazor maketi bile olan küçük yerleşimli bölgelerden geçerek saat 1200 itibariyle Nimbin’e geliyoruz.
Nimbin, beklenmedik şekilde, tüm Avustralya’nın , dilim varmıyor ama neredeyse yasal ot, hap, hippi merkezi olmuş şirin mi şirin bir kasabası. Masal kitabı içinden fırlayan bir çocuk tiyatrosu sahnesi , dekoru gibi. Bazı nevi şahsına münhasır bölgelerde eski tip yaşamı teatral anlatan dekor kasabalar olur; aktörler de kurgusal gündelik hayat canlandırması yaparak etnoğrafik bir canlandırma yaparlar.
Bu kasabada yaşayanlar da adeta böyle bir durum sergiliyorlar- tek fark oynamıyorlar- bizzati yaşamlarını görüyorsunuz. Herkes o kadar 70’lerden fırlamış gibi ki, hayat orda donmuş kalmış sanıyorsunuz, ya da siz zamanda geriye yolculuk yapmış hissine kapılıyorsunuz. Kenevir bitkisinin kıyafetten tutun, kırtasiye malzemesine kadar herşeyi üretilip satılıyor. Sadece bununla kalmıyorlar işte; olayı ilginç bir hale getiren de bu husus; bu bir haktır, karışmayın otumuza diyorlar. :) Bir Nimbin elçiliği var. Bir de gönlünüzden ne koparsa diyerek ödediğiniz giriş ücreti olan bir müzesi. Hippi olmanın tüm güzellikleri, zorlukları ve doğasının sergilendiği bir müze. Kapıdan girdiğinizde yerde çizilmiş Gökkuşağı Yılanını takip ederek labirent gibi dolanan müzeyi dinozor, aborijin, ilk yerleşimciler ve hippi dönemi sıralaması ile doğru gezebileceğinizin ipucu veriliyor. Yılanla yapılan yolculuk aborijinlerin dinozorlu yaratılış hikayesi ile başlıyor. Ardından aborijinlerin bu bölgede binyıllarca doğa ile olan doğal iletişimleri ve bilgelikleri anlatılıyor. Takiben sadece 150 yıl önce buraya gelen beyaz insanın buraya gelip ziyan edişinin hikayesi geliyor. İlk yerleşimciler odasında yılanın rengi soluyor. Hippiler 1973’te bir festivale gelip yerleşiyor. Müzeden çıkmadan önceki odada ise kenevirin yasaklanmasına karşı argümanların yer aldığı propaganda salonu var.
Ürünlerin satıldığı dükkanlar da müze gibi adeta. Bunlardan özellikle bir tanesinde gördüğümüz “satmaya ve bulundurmaya yetkilidir” yazısı ve yasal olarak taşınabilecek miktar nedir, polis nasıl, nerede ve hangi koşulda arama yapabilir gibi konularda kullanıcı bilinçlendirme posterleri son derece şaşırtıcı gelmişti bana. Sokakta satıcılar da dolaşıp hal hatır soruyorlar bu arada:) Ot-çöp bir yana, Nimbin’in felsefi özeti, hayatta yetişecek bir yer olmadığıdır, yalanın en büyük kötülük olduğudur, savaşmamaktır, çalmamaktır, aç gözlü olmamaktır. İnsana yardım etmenin, dayanışma içinde olmak gerektiğinin, bugün birisi düşmüşse, yarın düşen kişinin sen olabileceğinin bilincinde olunmasıdır. Sade yaşa ki diğerleri sadece yaşayabilsinler’dir. Az tüketmek, geri dönüştürmektir. Doğa ile bir bütün olduğunu bilmektir. Her şeyi sevmek, affetmek, nazik olmaktır. Hippiyi nasıl bilirdiniz? İnanılmaz temiz umumi tuvalatleri var, yollar sokaklar bal dök yala. Görüntü rahat ayrı konu...
Rainbow Café’de hafif bir şeyler atıştırıyoruz. Saat 15:00’e göz kırparken Byron Bay için yollanıyoruz; birbuçuk saat yolumuz var.
Byron Bay, hepsi düz, aynı hizada evler, şık restoranlar, cafeler, mağazalar ile çevrili sokaklardan oluşan müthiş bir tatil beldesi. Palmiyeler ve özgün , yüksek çam ağaçları ile zengin görünen kaldırımlar...
Dev dalgalı okyanus elbette burayı da surfçüler için cennet haline getiriyor. Sahilin bir kısmında köpek gezdirmek serbest, bir kısmında yasak. Kum ise yine halı gibi, yine ipek gibi... Sırt çantalı turizm Avustralya’nın kültürü olmuş. Liseyi yahut üniversiteyi bitiren mutlaka hayatında böyle bir tura çıkıyormuş. Hatta içinde lavabo olan kocaman uyku tulumu da bulunan bir minibüs bile gördü gözlerimiz. Burası da hippi tarzı tatilin mekanlarındanmış.
Hava rüzgarlı. Denize giremiyoruz ama ayaklarımız buranın okyanusundan nasipleniyor. 18:00 gibi dönüşe geçiyoruz. Sahil boyunca Kuzeye doğru Gold Coast boyunca ilerleyiyoruz. Brisbane’a yaklaştıkça önce moteller ve az katlı yerleşimlerle çevrili Currumbin Beach’ten geçiyoruz. Özgün hayvan türlerini doğal ortamlarında barındırmaya çalıştıkları bizim hayvanat bahçesi mantığımızdan öte çok meşhur bir “koruma alanı” parkı var.
Burleigh Heads’te akşam yemeği molası veriyoruz. Şahane yerleşimlerden birisi daha. Burada da popüler fastfood balıkçı Fishmonger’ı deniyoruz. İsterseniz çiğ olarak balığınızı alabiliyorsunuz, isterseniz pişirtip orada yiyebiliyorsunuz.
Yemekten sonra gecesi çok güzel olan Broadbeach’e geçtik: Eğlence, yeme-içme, klüp merkezi Surfer’s Paradise...