Sidney Şehir Merkezi-Central Business District
Bu sefer Central’da değil, bir durak sonraki Town Hall’da iniyoruz trenimizden. Planımız merkezde yürüyerek gezmek. Central Business District, CBD, bayağı plazaların, bankaların bulunduğu iş merkezlerinin birarada olduğu bölgeleri ifade ediyor.
Town Hall’dan Queen Victoria Building (QVB )’e geçip bina hakkında özet keşif yapıyoruz. Sydney Kulesi’ne doğru devam ederek kısa bir yürüyüş ile Avustralya’nın en eski halka açık parkı olan ve Londra’daki aynı adlı parktan esinlenilen Hyde Park’ın kuzey ucuna geliyoruz. Kocaman bir satranç oyunu karşılıyor bizi:)
Tam karşımızda Hyde Park’ın alameti farikası Archibald Çeşmesi (1932) 1. Dünya Savaşı’nda Avustralya ve Fransa arasındaki dayanışmayı anıtlaştırmak üzere varlıklı bir editör olan J.F . Archibald tarafından yapılması vasiyet edilmiş. Fransız sanatçı François- Léon Sicard tarafından tasarlanan çeşmede ana tema Apollon.
Geldiğimiz istikametten çeşmenin arkasında görünen St. Mary katedrali 19. Yyda yapılmış olsa da Gotik Uyanış mimarisinden ötürü çeşme ile birlikte meydana tarihi havayı yaymaya yetiyorlar. Prince Albert Road üzerinden kuzeye ilerleyince Hyde Park Barracks Müzesi’ni geçip Martin’s Place’ e geliyorsunuz. Burası artık plazaların ortasında kalan iş merkezi bölgesi. Yayalara ayrılmış azımsanmayacak büyüklükte alanları var. Bu genişlikten olsa gerek, büyük gösteriler, protestolar da burada yapılıyor. Film çekimlerinde de popüler olarak kullanılmaktaymış. ( Çağlayanlı havuz Matrix filminde kullanılmış).
Buraları yürüyüp, gezip gördükten sonra öğlen yemeği için QVB’ye gidiyoruz. Artık 19.yy’ın alışveriş merkezinin bir uzantısı olarak mı kaldı yoksa tesadüf müdür bilemiyorum. Şurası pek ilginçtir ki, George Street, King Street, Market Street arasındaki kare şeklindeki alan ve Pitt Street’e uzanan yol üzerinde şu kocaman AVM’ler neredeyse bir kaç adım ara ile yanyana:
Queen Victoria Building (QVB):
1898 tarihli bir yapı. Her ne kadar çarşı yerine kurulmuş ve hala ticaret için hizmet ediyor olsa da muhteşem bir sanat eseri kimliği ve adı ile ön plana çıkıyor. Kraliçe Viktorya’nın adını yaşatmak üzere yapılmış ancak, QVB için bilhassa gösterişli Romanesk mimarinin seçilmiş olmasının sebebini, yönetimin, ekonominin durgun olduğu bir dönemde, işsiz sanatkarlara kayda değer bir projede iş imkanı sağlamak üzere inşa ettirdiğini binanın kendi sayfasından öğreniyoruz.
İçinde bulunmak için can atılan bir mekan. Ücretsiz internet imkanı sunuyor olması da Sydney’in genelini düşünüldüğünde ziyaretçilerine şahane bir fırsat. Ecnebi memleketlerde adettendir; AVM’lerin içine ya da giriş kapısına devasa noel ağaçları dikilip süslenir. İşe QVB’de de bu hazırlıklar başlamıştı bugünlerde. Ben bir alışverişkolik olmadığımdan mağazaları konusuna pek girmeyeceğim ama her ünlü mağazayı ve son moda her şeyi bulmak mümkün.
Sadece fiyatlar çok pahalı. İçinde cafeler, her katında restoranı da var. (2. Kattaki Cellini’s Restaurant ‘ta öğlen yemeği yedik ama pek beğenmedik.)Hiç bir şey almayacak olsanız da başta ruhunuzu arındırmak ve gözalıcı vitrayları, tarihi asansörü, tavandan sarkan bir tonluk çok eğlenceli saati ve büyük oranda orjinal olan yer döşemelerindeki incelikli zevk için görmelisiniz. Muhteşem mimarinin enfes fotoğraflarını görmek için kendi sitesini ziyaret etmeniz gerekir: http://www.qvb.com.au/About-QVB
DYMOCKS for Booklovers
Tarihçesi 1879’da dayanan, mutlaka görülmesi gereken muhteşem bir kırtasiye ve kitapçı! Avustralya ve Hong Kong’da 70'in üzerinde mağazası ve sattığı 60 milyon kitap ile Asya Pasifik bölgesinin bir numaralı kitapçısiymış. (Bilgiler sayfasından alınmıştır)
The Strand Arcade:
1891’de bir İngiliz mimar tarafından Victoryen tarzda inşa edilmiş. QVB’den daha etkileyici, daha tarih kokan bir havası var. Gerçi ikisi arasında tercih yapamayacak kadar büyülendim. Yanyana eşit büyüklüklerde ayrılmış her bir dükkanın vitrini ve merdiven trabzanları verniklenmiş sedir ağacından yapılmış. O kadar estetik ve anlam yüklü ki vitrinlerde ne olduğuna dikkat bile etmedim.
Zamanı için hayli lüks ve uçuk görünse de bu bina için hayal ettiği her şeyi yapmış takdir edilesi mimar. Sokak lambaları tarzında ışıklandırma, yer karoları, adeta tarihin içine ışınlanmış gibi oluyor insan. İşte buradaki resimdeki kadar aynı bugün de: http://www.strandarcade.com.au/about-us/a-browsers-paradise
Westfield Centrepoint:
Westfield, yüzlerce lüks markayı tek çatıda toplayan ve sadece Avustralya’da değil Amerika, Yeni Zelanda gibi ülkelerde de zincirler halinde şubeler açan bir grup. Centerpoint şubesi de Sydney Kulesi’nin altında oldukça popüler ve merkezi bir yerde.
Sydney Central Plaza:
Tarihi hiç bir yanı yok, sadece AVM içinde AVM. Ama görülesi bir yanı var o da nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde köstebek yuvası gibi yer altından zemin altı katının Town Hall metro istasyonuna, Queen Victoria Building’e –bu kısmını görmedim ama- Westfield Centerpoint’e- bağlı olması. Bu bağlantıların yapılmasının ardından Westfield tarafından 2003’te alınmış. Yine çok ünlü Myer AVM’nin Melbourne’in ardından dünyadaki en büyük ikinci şubesini de barındırıyormuş.
The Galeries Victoria:
Citigroup Plaza'nın üzerinde oturduğu bir başka ilginç AVM de budur. 4 katlı bu AVM’de açıkhavada bir sokakta dolaşır gibi modern çizgili mağazaların önünden geçiyorsunuz. Sydney Central Plaza’da olduğu üzere alt geçitleri Town Hall metro istasyonuna ve QVB’ye bağlantılı: Kendini kaybetmek isteyen alışverişkolikler için en ideal bölge. :)
Adım başı rastladığımız kocaman alışveriş merkezleri beni şaşkına çeviriyor. Belki bu saydıklarımdan daha fazlasına girip çıkmışızdır, tam hatırlayamıyorum. Bahadır bu kadar az nüfusa (wikipedia’ya göre 2012 sayımı: 4.6 milyon) bu kadar çok alışveriş merkezi olmasını gelir düzeylerinin yüksek olmasına ve bunun tüketimi artırdığına bağlıyor.
Bu alışveriş tuzakları ile dolu bölgeden kurtularak The Rocks’a gideceğiz. Macquarie yolunu takip edip Devlet Kütüphanesine uğruyoruz. Amerika’nın aksine burada internet bulmak pek zor. Geçiniz park, bahçe ve kafeleri, otellerde bulmak ya da bulursanız da hallice bağlantı kurabilmek imkansız. Bu sebepten Devlet Kütüphanesi’nin internetinden faydalanmak istiyoruz. Faydalanıyoruz faydalanmasına ancak girer girmez dikkatimizi çeken ilk detay içerideki fotoğraf sergisi oluyor. Burayı gezdikten sonramüzenin aktivitelerinin anlatıldığı broşürlerin dizili olduğu raflara yöneliyorum. Amerika’ya bu konuda benziyorlar; müze gibi bir kütüphanecilik anlayışları var. Söyleşiler, kurslar, dersler, kişisel gelişim, kültür-sanat faaliyetleri gibi programlar düzenliyorlar. Mitchell Binasında Salı günleri gezilebilen, Tudor stili ahşap işi bir Shakespeare odası varmış.
The Rocks bölgesine vardıktan sonra, ilk gün gezdiğimiz hattın yerine Sydney’in tarihinin başladığı bu tarih akan sokakların bilmediğimiz yerlerinden geçmek istedik.“Süveyş Kanalı” olarak adlandırılan 1-1,5 metre genişliğinde sokak demeye dilimin varmadığı bir geçiti kullanacağız. Bu geçitin dar sokalarına adam sureti/ gölgeleri ile yapılmış tabelalarda bölgenin tarihine ışık tutan kısa bilgiler yer alıyor: Süveyş Kanalı 1840’larda eski mahkumlar, serseriler, fahişeler ve ayaktakımının hüküm sürdüğü, uyuşturucu ve fuhuş batağı olarak nitelenen, tekinsiz bir bölge olması sebebi ile gece saatlerinde uğranmaması gereken mekanlardanmış.
Gösterişli kıyafetler giyen, şehirli görüntülü bu serseriler suça karışıp, çetelerle takılırmış. Birbiri ile de çatışan neredeyse her mahallenin ayrı çeteleri hırsızlık, saldırı, polise ve Rocks bölgesindeki yayalara kötü muamele gibi suçlara karışırlarmış. (http://thedirton.therocks.com/2010/03/telling-rocks-stories-historical.html)
Süveyi Kanalı bizi Argyle Sokağı’na bağlıyor. Üzerinden Harbour Bridge’e (köprüye) bağlanan otobanın geçtiği Argyle Cut doğrultusunda yürüyoruz. The Argyle Cut, Darling Harbour ile Sydney Limanını kısa yoldan buluşturmak amacı ile The Rocks bölgesindeki bir tepeyi mahkumların çalıştırılarak keskilerle kazarak açtıkları geçit. 1843’te başlayıp 1867’de tamamlanmış. Argyle Geçidini Argyle Sokağı boyunca kısa bir yürüyüşle devam edip de tepe bir noktada üç yolun birleştiği kavşağa gelince ( Lower Fort Street- Argyle Place) tam köşede Garrison (Garnizon) Kilisesi durur. Adından da belli olduğu üzere şehrin 1840’ta kurulan ilk askeri kilisesiymiş. Kilisenin karşısında uygun bir bakta dinlenip Lower fort street’ten kendimizi aşağı salıyoruz. Hemen soldan daracık bir yol ayrılıyor, bizi Pottinger Park denen avuç içi kadar bir parka çıkartıyor bu sokakçık. Tam karşımızda yeniden denizi görüyoruz; Walsh Bay. Hickson Road üzerindeyiz.
Sol tarafta okyanus, karşımızda Harbour Bridge'e doğru yürüyoruz. Walsh Bay’e açılan 9 iskele var; antrepo şeklinde. Bunlardan Pier 2-3 - Shore Studios’ta “The Little Black Jacket” adlı Karl Lagerfeld’in Chanel’in klasik siyah ceketinin çeşitli şekillerde yorumlanmış versiyonlarını yaş ve cinsiyetten bağımsız, ünlü kişilere giydirerek çektiği fotoğraflar sergileniyor. Sergi sadece Seul, Belin, Paris, Sydney, Moskova, Londra, Hong Kong, Taipei, New York ve Tokyo’da sergilenecek, ancak şu linkten fotoğrafları görebilir, ana sayfasından da bu şehirlerde ne zaman sergilendiğini öğrenebilirsiniz:
http://thelittleblackjacket.chanel.com/E-Experiences/webgl/?referrer=http://thelittleblackjacket.chanel.com/en_AU/experience
İskeleleri geçerek Harbor Bridge (köprünün) altından geçiyoruz. En güzel açılardan Opera Binası’nı karşıdan izliyor, şehir manzarasını uzaktan seyrediyoruz. Bulunduğumuz noktalardan epeyce İstanbul Boğaz’ına benzetiyorum. Köprünün altındaki burundan Circular Quay’ye kıvrılır kıvrılmaz henüz Opera Binası maznarası tüm heybeti ile karşımızda iken önümüzde Hotel Park Hyatt ve denize nazır odaları çıkıyor.
Buradan dümdüz devam ettiğinizde sırtını The Rocks bölgesine dayamış Campbell Depoları ve ardından gümrük binası ile karşılaşıyorsunuz. Circular Quay bölgesine geldiğinizin işaretleri:) Campbell Depoları 19. Yy’ın ikinci yarısında uzak doğudan deniz yolu ile gelen ticari ürünleri depolamak üzere inşa edilmiş binalar. Bugün çok gösterişli restoranlar olarak görev yapıyorlar.
Circular Quay’e gelmişken bir tatlı sefası yapmak veya yapmamak arasında git-geller yaşadıktan sonra bunu erteliyorum. Akşamı Darling Harbor’da edeceğiz. Oraya gitmek üzere Circular’dan kalkacak feribotun saatini bekliyoruz. Darling Harbour’un Cockle Bay iskelesinde inip sıra sıra dizili şık restoranların akşam yemeği menülerine göz atarak ilerliyoruz.
Harborside AVM’nin tam karşısında kalan Adria adlı mekanın “Early Bird” menüsü çok cazip geliyor. Early Bird (Erkenci kuş)saat 19:00’a kadar gelen akşam yemeği müşterileri için hazırlanan seçmeli fixmenü. En sonda gelen tatlı muhteşem. Bahadır karamelli crem brule, ben de dondurmalı krep alıyorum. Ana yemek, içecek ve tatlıdan oluşan menünün fiyatı 30$ kişi.