Viyana'nın Düşündürdükleri
Dünyaca ünlü Mavi Tuna adlı vals müziğine konu olan Tuna Nehri'nin içinden geçtiği Viyana tipik Avrupa şehirlerinden. Ancak onu diğer şehirlerden ayırdeden belirgin değerleri var.
Söze "tipik bir Avrupa şehri" diye başladığım için sanıyorum temiz havadan ve metro, tramvay, otobüs gibi ulaşım araçlarının yaygın ve etkin kullanımından bahsetmenin gerekiz olduğunu siz de kabul edersiniz. Herkesin İngilizce konuşup anlayabildiğinden de bahsetmeyeceğim. ( Bu bir Avrupa hayranlığı yazısı da değildir, olsa olsa değerlerini imrenmektir, onu da belirteyim.)
İlan panolarında banka reklamı, dershane reklamı, hızı tüketim malları reklamları değil de opera, tiyatro, festival, müze /sergi afişleri ve duyuruları görüyorsunuz.
Birbirimize büyük hayretler ile gönderdiğimiz, slideshow olarak hazırlanmış Nostaljik İstanbul/Nostaljik Kadıköy fotoğraflarını bilirsiniz. Hani, şehrin tarihi ve kültürel dokusu o denli yok olmuştur ve biz o slideshow dosyasını "o zaman neymiş, şimdi ne hale gelmiş" diyerek o "tarihi" silmeye kıyamayız ya. Emin olun Viyanalıların böyle bir fotoğraf albümü yapmaya ihtiyacı olmaz. Tarih ve kültür, 18.-19. yy binalarının halen opera, tiyatro, müze, belediye, parlamento, borsa, otel binaları olarak aktif şekilde kullanılması ile hala yaşatılıyor. Merkezdeki yaşayanların büyük kısmı hala 19.yy binaları içinde çalışıyor ya da yaşıyor.
Böyle olunca Viyana'ya iki ya da üç gün ayırmak hem yazık hem ayıp oluyor. Viyana'yı adamakıllı gezme planları yapıyorsanız, beş tam günü gözden çıkartınız. Bu şehirde çevre /şehir gezisi için fazla vakit harcamazsınız. Bu şehirde vakit alan ve yorucu olan geziler müze ziyaretleri. Ancak sarayların ve müzelerin bir kısmında fotoğraf çekmek, bir kısmında da flaşlı çekim yasak. Parasını ödeyip alacaksınız.
Noel ve yılbaşı ruhunun üzerinde pırıl pırıl dolaştığı şehrin kışın bu dondurucu soğuğunda bile kendi nüfusu kadar turist çekmesi beni İstanbul adına, hem bir Türk vatandaşı hem bir İstanbullu olarak, çok üzdü. Türkiye'nin dört mevsim "bacasız fabrikası" turizm kaynaklarının nasıl heba olduğunu görmek insanın içini burkuyor. Elbette Avusturya burada Avrupa'nın tam ortasında yer almasının, diğer Avrupa ülkelerine lojistik yakınlığıın ve kendi içlerinde vize uygulaması olmamasının kaymağını yiyor.
Ancak tarihlerini, kültürlerini pazarlamanın yolunu öyle iyi bulmuşlar ki hem sürekli bir tanıtım ile şehrin reklamı yapılırken hem de önemli bir kazanç kapısı yaratıyorlar. Her ne kadar Habsburg Hanedanı'ndan her tarihi müzede bahsedilse de en çok vurgulanan iki isim İmparator Franz Joseph ve İmparatoriçe Elizabeth nam-ı diğer Sisi. Bu iki kişi Viyana gezinizde en cok duyacağınız /okuyacağınız iki isim. Kraliyet Aile üyelerinden olmalarından ziyade insani özellikleri ön plana çıkartılarak bence sanki özellikle "popülerleştirilmişler".Çok sevdikleri imparatoriçeleri Elizabeth'in (Sisi) yapılmadık ürünü kalmamış. "Bu çikolatayı beğenmedim, şöylesi olsa alırdım" ifadesini kullanmanız ihtimalini ortadan kaldıracak çeşitlilikte Mozart çikolatası üretmişler, almamanıza imkan yok. Neden Hürrem Sultan çikolatası üretemiyoruz biz demeden kendini alamıyor eşim. Ve tabii iyi pazarladıkları diğer ürünleri de vals, şinitzel, Sachertorte (kayısı reçelli çikolata soslu, kakaolu kek), bir de Apfelstrudel (bizim elmalı tartımıza benzeyen bir tatlı).
Bizim dönerimiz, kebabımız, lokumumuzu dünya biliyor, ama neden kışın turist gelmiyor peki? Viyana'yı yeni yılda mecazi anlamda işgal eden İtalyanlar neden yılbaşını İstanbul'da geçirmeyi düşünmemişlerdi örneğin? Belki de bunun sebebi Viyanalıların, tarihi ve turizmi bir kazanç kapısı olarak görmekten çok bunu tüm ziyaretçileri ile paylaşmaları gereken bir evrensel miras olarak algılamalarından kaynaklanıyordur.
Viyana, insana turist olmanın tüm güzelliklerini yaşatan bir şehir. Hoşunuza gideceğini umarak sizleri benim süzgecimden Viyana'ya davet ediyorum.