Vİyana

 Hofburg Sarayı

Hofburg Sarayı/ Viyana'da Yılbaşı

31.12.2004 Cuma, 2. gün

Yılbaşı gecesini nasıl geçireceğimizin meraklı bekleyişi ile birlikte bugün programımızda Hofburg Sarayı'nı görmek var. Hofburg Sarayı yapı olarak, sonradan da eklenen binalar ile, pek çok kısımdan meydana gelen bir kompleks aslında. İspanyol Binicilik Okulu (Spanish Riding School), Franz Joseph ve İmparatoriçe Elizabeth, nam-ı diğer Sisi'nin dairelerini oluşturan Kraliyet Daireleri (Imperial Apartments-Kaiserappartements), Avusturya ve Kutsal Roma İmparatorluklarına ait mücevherlerin ve kutsal mücevherlerin sergilendiği Hazine, Kraliyet gümüş, porselenlerinin sergilendiği Silver Collection, Neue Burg içerisinde Efes Müzesi, Müzik Enstrümanları, Habsburg Hanedan silah ve zırhlarının sergilendiği müzeden oluşan bir kompleks. 

Hemen Hofburg Kompleksi'nin önünde Michaelerplatz denilen yerde küçük bir kazı yapılmış ve Roma dönemine ait basamaklar yüksek duvarlar gün ışığına çıkartılmış, bir küçücük açıkhava müzesi olmuş. 

Hofburg'un etrafı tahmin edilebileceği gibi saraya yakınlığı olan aristokratların da kaldıkları saraylar ile çevrili. Hatta en yakınlarından birinde (Joseph platz'da Palffy Palace'da) Mozart Figaro'nun Düğünü'nü sunmuş.  

Bu dar vakitte her yeri göremeyeceğimizi çok iyi bildiğimizden seçiçi davranmak durumunda kaldık. Öncelikle Neue Burg içerisinde Efes kalıntılarını görmek istedik. Müze aslen Kunsthistorisches Museum'a bağlı ancak Hofburg Sarayı yerleşkesinde. Sayıları az da olsa Efes'ten getirilmiş arkeolojik buluntular, frizler, heykeller sergileniyor. 

Bu kısmı gezmek tahminimizden daha kısa sürede bitince müzenin geri kalan kısımlarını da gezmek istedik. Bunların başında tabii ki Hanedan Silah ve Zırhları geliyordu. Bu kısım da Kunsthistorisches Museum'a bağlı, oldukça etkileyici bir bölüm. Bir benzeri, hatta daha görkemlisini Londra'da Tower of London'da görebilirsiniz. Ancak bu müzeyi Londra'dakinden farklı kılan bir ayrıntı var, o da Viyanalılar'a iliklerine kadar Türk korkusu salan meşhur Viyana Kuşatması'nı tasvir eden dev duvar halıları. (Bu arada, bizim "Viyana Kuşatması" dediğimiz olaya orada "Türk Kuşatması diyorlar. ) Evet, bana inanın görmek duymaktan daha ilginç oluyor. O parlak hanedan zırhlarının ve turnuva şövalyelerinin arasından, hatta arkasından aniden yükseliveren bu duvar halıları ilk bakışta insanı şaşkına çeviriyor. Bu arada Viyana Türk'lerin Viyana Kuşatması sona erdikten sonra daha büyüyüp gelişiyor. 

Bu noktada biraz dinlenmek ve kendimizi tazelemek üzere Hofburg'un cafe'lerinden birine attık kendimizi. Müze gezmek malumunuz üzere pek kolay olmuyor. 

Hofburg Sarayı'nın ikinci sırada gezdiğimiz kısmı, 600 yıl boyunca Habsburg Handanı'nın ikametgahı olan "Kraliyet Daireleri" (State Apartments). İşin doğrusu bu sarayı çok daha nezih koşullar altında ziyaret etmeyi dilerdik. Ancak sonradan görme İtalyanlar'ın Afrika Çekirgeleri misali her yeri işgal etmesi ve 30-35 kişilik gruplar ile yüksek volumda çalan tur rehberleri sebebi ile gerekli dikkati veremedik. O kadar zor koşullarda gezdik ki, bazı odalarda kalabalık tıpkı sabah 7:00'deki belediye otobüsü gibiydi. 

19 odadan oluşan bu daireler diğer kraliyet saraylarında bulunan standart odalar aslında; İmparator'un misafir kabul odası, çalışma odası, yatak odası, İmparatoriçe'nin çalışma, yatak odası , spor odası, banyosu, kraliyet yemek odası. 

Bu sarayda, Avusturya halkı tarafından çok sevilen İmparatoriçe Elizabeth'e ait (Sisi) 6 oda var. Bavyera Düşesi Elizabeth 1854 yılında 16 yaşında iken kuzeni Franz Joseph ile ablasını evlendirmek üzere Viyana'ya gelir, ancak F. Joseph ile evlenen kendisi olur. Evliliği ile birlikte bu sarayda yaşamaya başlar. Ancak, hep doğa ile içiçe olmayı sevdiğinden bu sarayda bir "saraylı" olarak yaşamak ona hiç bir zaman cazip gelmemiş, bunun da ötesinde bunu hiç doğal bulmamış, anlaşılamamış, bu sebepten de kraliyet ortamından kendisini hep uzak tutmuş.

İmparator eşi Franz Joseph onu deliler gibi sevmesine rağmen işleri sebebi ile ona yeterli vakti ayıramamış. Sisi, hem teyzesi hem kayınvalidesi olan arşidüşes Sophie ile ilişkilerinin nahoş olması, gözlerin hep kendi üzerinde olması ve omuzlarına bu genç yaşta binen yeni "imparatoriçelik" rolünü üstlenmekte hep zorlandığından kaçmakta bulmuş çareyi. 2 yıl boyunca tedavi amacı ile uzaklaştığı saraya geri döndüğünde ise güveni yerine gelmiş bir imparatoriçedir artık. Kendisine oldu bitti bakmasına, sporuna, diyetine ve kilosuna özen göstermiş. Ancak 1889'da oğlu Rudolf'un şüpheli intiharı ile tekrar hayatı kararır ve her şeyden uzaklaşmaya başlar, içine kapanır. Dertlerini, hayalkırıklıklarını, özlemlerini aktardığı sivri dilli şiirler yazarak içinde barındırdığı acıdan kurtulmaya çalışır. Uzun süren yolculuklara çıkar, saraydan tamamen uzaklaşır. Hatta Corfu adasında bir villa yaptırır ancak buradan da sıkılır.1898 'de yine böyle bir gezi sırasında bir İtalyan'ın bıçaklı saldırısına uğrar ve hüzün dolu yaşantısı hüzünlü bir şekilde sona erer.

Ve ancak ölümünden sonra anıtları dikilmiş, anı paraları, resimleri basılıp, nihayetinde Sisi filmi ile dünya çapında ün kazandığı gibi, adına yapılmış çikolata ile de bu işe soyunanlara epey para kazandırmaktadır.

Buradan Kuntshistorisches Müzesi'nin ana binasına giderek ertesi gün kaçta açtıklarını öğrendik.

Müze gezerek akşamı etmiştik. Ayaklarımda her biri yarım kilo gelen postalların bileğimi kilitlemesi ve belimin ani bir hareket ile ortadan ikiye ayrılacakmış hissi vermesi ile birlikte bu gece yılbaşını nasıl kutlayacağımızın, ağrılı, heyecanlı düşünceleri ve meraklı bekleyişi içindeydim. Otelde bir program olmayacağını bildiğimizden, her sene evde televizyonlarımızın başında oturup seyrettiğimiz Avrupalılar gibi (otelimizde bir süre dinlendikten sonra) biz de bir Avrupa şehrinde, sokaklarda kendimize eğlence bulacaktık.

Nitekim bulduk.Geçirdiğim en orjinal yılbaşı oldu.

İki gündür sokaklarında tur attığımız kalabalık Stephans Platz heyecanlı bir yılbaşı akşamına hazırlık yapmaktaydı. Sokaklarda adım başı dağda izci kulübesine benzer ahşap kulübecikler kuruyorlar, bunlara yılbaşı ile ilgili afişler asıyorlardı. İşini erken bitiren kulübe işletmecileri satışlarına 1 gün erken başlamışlardı elbette. Bu kulübelerde bira, Viyana'nın meşhur içeceği "punch", benim kokusundan iğrendiğim sosis vb yiyeceklerden, görsel olarak Türkiye'de yapılanlara benzeyen ama bizimki gibi kokmayan bir çeşit döner satıyorlardı (satıcılar da Türk'e benziyordu doğrusu). Punch, içinde baharat ve alkol bulunan genelde portakal esanslı çok sıcak içilen bir içecek. Buz gibi kesen soğukta tüketilme oranı çok yüksek. Bu arada sokakta içtiğiniz Punch'ı alırken , punch'ı koydukları kupa için 5 € da kupon karşılığı depozito ödüyorsunuz. Punch'ınız bittikten sonra "hatıra olsun, kupa bende kalsın" derseniz depozitoyu amcada bırakıyorsunuz. "Yok, ben parayı alayım" derseniz amcanın size verdiği kupon karşılığında depozitonuzu alıyorsunuz.

Bu güzel atmosferden bir türlü ayrılmak istemediğimizden ve yılbaşında bu merkezi yerlerde neler olup bittiğini kaçırmak istemeyişimizden ve bir de benim kıpırdayacak halim kalmadığından ( sokakata oturabileceğiniz yer yok, ya hep ayakta duruyor ya da o kalabalıkta sürekli hareket etmek zorunda kalıyorsunuz) bir önceki akşam yediğimiz yerde (Nordic Sea) akşam yemeği tercihimizi yine deniz ürünlerinden yana kullanıyoruz. Gidenlere tavsiye ederim.

Evet, yemekten sonra daha bir hareketlenen meydanda iki gündür kurulmakta olan onlarca sahnede de DJ'ler , dansçı kızlar, showmenler yerlerini almış, gösterilerine başlamışlardı. Gündüz alkışlar arasında bir bando bile geçmişti.

 

 

Etraf kıvama gelmeye başlamıştı. İnsanlar büyük keyif içinde sokaklarda , ara sokaklarda dolaşıp değişik sahneler önünde değişik müzik çeşitleri dinleyip eğleniyorlardı. Viyana'nın hareketli tüm semtlerinde olan can sıkıcı tek şey koskoca gençlerin çok büyük ses çıkartıp , yanıp etrafı korkutan maytapları kalabalıkların içine girip gelişi güzel atması oldu. Ve bu saatler boyu sürdü, durmamacasına.

Kendimizi Stephans Platz'ın paralelinde kurulan sokağa attık ki ne iyi yapmışız. Burada bir radyonun sponsorluğunda kurulmuş sahnede bir Amerikalı grup vardı. Solist inanılmaz espirili, sahne kabiliyetleri yüksek bir adamdı. Rock'n Roll ile insanları iyice kızıştırıp dans etmelerine ortam yarattılar. Nefis bir manzaraydı; herkes sokak ortasında , buz gibi havada eşiyle, oğluyla, kızıya, sevgilisiyle dans ediyordu. Ben bile ortadan her an ikiye ayrılabilecek belimle dans ettiğimi itiraf etmeliyim. Üstelik de ateşim çıkmaya başlamıştı. Ama Rock'n Roll ilaç gibi geldi :-) Gece saat 12'ye yaklaşınca beklendiği üzere geri sayıma başladıııık. Sonra ne mi oldu? Strauss'un Mavi Tuna'sının (Blue Danube) giriş müziği eşliğinde insanların öpüşmelerinin ardından bu meşhur vals müziği bitmeyince herkes yanındakiyle sokakta vals yapmaya başladı. Muhteşem bir duyguydu! Anlayacağınız Viyana'da yeni yıla vals yaparak giriliyor! Valsimiz bitip de hep birden alkış koptuktan sonra sahnede bir başka grup yerini aldı. Daha güncel, daha pop ve de kısmen dünyaca aşinca olunan Almanca şarkılar söylemeye başladılar.

Biz artık dinlenmeye çekilmeye karar vermiştik. Yine de yatmamız sabaha karşı 2:30 u buldu herhalde. Ertesi gün nasıl erken kalkıp görmeyi planladığımız yerleri görebiliriz diye de kara kara düşünüyorduk. Zira ertesi gün, 01 Ocak, elimizdeki son net gün olacaktı.