Londra

 

Londra: İlk Gün, İzlenim

9.02.2003 Pazar, 1. Gün

Nedense yorucu bir yolculuk oldu. Hafif yağmurlu ve ılık bir Londra havasında vardık, ardımızda karlı bir İstanbul bırakarak. Yerel saat ile 11:45’te indik alana, fakat otele geldiğimizde saat 13:30’du. Bagajları otele bırakıp hem etrafı tanımak hem de bir şeyler yemek için dışarı çıktık.Paddington'da kalıyoruz. Paddington merkezi bir yer. Banliyölere ulaşan trenlerin garı konumunda olan büyük bir istasyonu var. Turistik bölgelere yakın. Dolayısı ile her tarafı otel olan bir semt- yani insan toplulukları açısından biraz karışık bir semt. Bizim sokağımız da, birleştiği ana cadde de tam anlamı ile otel sokağı.Halkın ikamet alanları biraz daha içerilere doğru gidildikçe ortaya çıkıyor.



 Her sokağın mimarisi aynı. Bir sokaktaki evlerin ya hepsi köşk havasında, ya da müstakil bahçeli evler tipinde. Birkaç basamak ile evin kapısına geliyorsunuz. Bazı mağazalar bile öyle. Öğlen yemeğini otelin ana caddesi üzerinde, istasyonun karşısındaki bildik bir mekanda, Burger King’de yedik. Oteller bol olduğundan yeme-içme mekanları da bol, ama sundukları çeşitler hep aynı. Bu arada uçaktan indiğimden beri başım ağrıyor ve çok yorgunum.
Mimari dışında ilk gün dikkatimi çeken diğer şeyler arasında insan tipleri var. Gerçi Bahadır beni bu konuda bilgilendirmişti. Hani o bildiğimiz “pembe ciltli” İngilizleri havaalanından öğlen yemeğimi yiyene kadar hiç görmedim. Bol bol Hintli ve Akdeniz/Arap tipli insanlar var. Tek tük sarışın (ki bayanların çoğu sonradan sarışın), renkli gözlü insanlar gördük. Satış elemanlarının pek çoğu yine göçmenler, genelde Hintli, Pakistanlı ya da zenci. Başka dikkat çekici nokta da tabii ki bize göre ters akan trafik! Özellikle de karşıdan karşıya geçerken insan sürekli tereddüte düşüyor. Kırmızı telefon kabinleri, taksileri, iki katlı otobüsleri geçekten özgün. Taksileri de bizim eski siyah kocaman dolmuşlardan. Bu sebeple insana hoş geliyor bu yeni görüntü. Ayrıca Londra’nın havası gerçekten gri...Tam anlamı ile...