Londra

Trafalgar Meydanı, Globe Theatre, St. Paul Katedrali, Buckingham Sarayı

12.02.2003 Çarşamba, 4. Gün

Hava yine yağmurlu, dolayısıyla Hyde Park’tan vazgeçiyorum. Trafalgar Square’da başlayıp Westminster’da son bulan bir Whitehall yürüyüşü yapıyorum. Ama önce Trafalgar’da, Nelson Anıtını hemen geçince Tolstig adlı hediye mağazasında dolaştıktan sonra biraz mıknatıs ve 3 nihale alıp çıkıyorum. Whitehall'dan bahsetmeden önce Trafalgar'a değinelim.


Nelson'un 1805'teki Trafalgar Savaşı zaferi anısına, 1829-1841 yılları arasında, yapılmış Londra'nın en ünlü meydanı. Tam bu meydana hakim konumda oldukça yüksek bir sütun üzerinde Nelson Anıtı var. Anıtın tabanı etrafında hayli büyük 4 aslan heykeli nöbet tutarcasına oturmuş bekliyorlar.


Meydanın çevresinde ise sol tarafta St Martin in the fields adlı kilise ile sağ tarafta ünlü National Gallery yine tüm göz dolduruculuğu ile manzaraya ortak oluyor.

Whitehall, üzerinde sıra sıra devlet dairelerinin bulunduğu, irili ufaklı heykellerin, anıtların, tarihi yapıtların olduğu bir hat. Aynı zamanda 1732’den beri İngiliz Başbakanlarının resmi ikametgahı olan Downing 10’un da olduğu yol. Konserlerin ve ziyafetlerin verildiği Banqueting House, tam onun karşısında yer alan Horse Guards Parade de burada. Buckingham Sarayında olduğu gibi burada da muhafızların nöbet değişimleri oluyor. Ben biraz geciktim, ucundan yakaldım. Bunun da fotoğrafını çektim ama maalesef yanan rulodaydı.


Bu Whitehall’da heyecanlandıracak bir şey bulamadım aslında. Politik binalarla birlikte gayet mütavazı bir binada Scotland Yard var. Şimdiki Başbakan Tony Blaire’in oturmakta olduğu Downing St No:10’a giren sokak neredeyse Buckingham Sarayının önündeki kapılar gibi kocaman demir kapılarla kapalı. Civardaki tüm sokakların önünde polisler bekliyor.

Sokak bitince Westminster’dan metroya binip London Bridge’de indim. Hedef Shakespeare’in Globe Tiyatrosu. Fakat durak çok uzakmış. Çok uzun bir yol yürümem gerekti. Ama bu sefer kaybolmadım! London Bridge istasyonundan çıkıp Southwark Street boyunca yürüyüp Southwrak Bridge Road’dan saptım ve kendimi Southwark Bridge’de buldum. Oradan aşağı inip Thames nehri boyunca yürüyünce Globe Tiyatrosuna varılıyor.


photo credit: Canadian Pacific The [New] Shakespeare's Globe Theatre via photopin (license)
 

Biletimi aldıktan 15 dk. sonra 12:30’daki rehberli geziye katıldım. Yapının orjinal olmadığını ve aslında olması gereken yerde olmadığını bilmek hayal kırıklığı yaratmıyor değil. Ama o yapıyı yaşatmaya çalışmaları ve hala oyunlar oynanıyor olması çok hoş.


 
photo credit: hugovk Shakespeare's Globe Theatre via photopin (license)
 

Bu yapı 1997 yılında aslına en yakın halde yapılmaya çalışılmış, “Wooden O” şeklinde bir yapı. En önemli özelliği oyunların açık havada oynanması ve oturan izleyici haricinde bir de ortadaki meydana ayakta izleyici alması. Shakespeare döneminde oynandığı hali ile oyunlar oynanıyor.


Hatta bazen hava koşulları oynanan oyuna doğal bir dekor bile oluşturuyormuş; mesela çok romantik ve uzun bir öpüşme sahnesinde öpüşme boyunca gökgürlemiş. O kadar etkileyici olmuş ki oyunu ayakta izleyen seyircilerden birisi “do it again!” (bir daha yapın!) diye bağırmış! Bu “O” şeklindeki tiyatroda oyunları parası olan kapalı koltuklarda ve oturarak seyredebilmekteymiş. Avam kısmı üstü açık, ortadaki boşlukta seyretmekteymiş. Parası olan gösteriş yapmak için sahnenin tam üstünde yer alan balkondan seyredermiş ki, burası doğal olarak tüm seyircilerin de görebildiği ancak bu balkonda oturanın oyuna tam olarak hakim olamadığı bir yer.


1649-1660 arasında tüm tiyatrolarla birlikte Puritanların kapattığı bir tiyatro.


Daha sonra Globe Theatre’ın hemen hemen karşısına düşen Thames’in öte yakasındaki St.Paul’s Cathedral'a gittim. Nedense ben dışarıda gezerken yağmur yağıyor!  Aslında pek de durmuyor. Thames’in üzerinden yine yürüyerek geçtim- sanıyorum Blackfriers Köprüsü üzerinden. Köprüden geçerken katedralin kubbesi inanılmaz göz dolduruyor (dünyanın ikinci en büyük kubbesi imiş). Oldukça büyük bir katedral.



S. Paul Katedrali 

 

Öğlen yemeği her zamanki gibi sorun oluyor. Katedral’e 5 dakika mesafedeki Mansion House istasyonunun hemen yanındaki Burger King’de yedim. Bir yandan dinlenirken bir yandan da ne yapacağımı düşünmeye koyuldum. Mansion House istasyonundan South Kensington aktarması ile Hyde Park Corner’a gittim. Hyde Park Corner İstasyonu özellikle hoşuma gitti; bu duraktan dışarı çıkarken  insan kendini birden Waterloo Savaşı meydanında buluyor. Metronun çıkışa yakın duvarlarında bu savaş anlatılmış. Çok kısa iki duvar resmi ile... Fayansların üzerine işlenmiş:

"Waterloo; The morning after...forty thousand men and ten thousand horses lay dead, dying and helpless  from their wounds."
"Waterloo; Ertes' sabah 40 bin adam ve on bin at kah ölü, kah ölmekte uzanmış yatıyor, yaraları ile çaresizce.


Avrupalıların bu huyları çok güzel işte. Adamlar hiç yoktan her sokağı tarihi bir bilgi ile aydınlatıyorlar. Her yerde, kendilerince mühim işler başarmış şahısların heykelleri, anıtları, vs. var. Tarihle sürekli iç içeler. O kadar yakın ki sanki tarih yaşıyor, o insanlar yaşıyor sanıyorsunuz.

Waterloo Savaşından sıyrılınca küçük ama yemyeşil bir parkın içinde Wellington Arch karşıladı beni. Constitution Hill üzerinden sağ tarafıma Buckingham Bahçelerini alarak saraya doğru yürüdüm.

Bu yolun başında 4 kalınca obelisk diyebileceğim “memorial”lar dikilmiş. Her birinin üzerinde Pakistan, Bangladeş, Hindistan,...adı yazıyor. Ayrı bir küçük kubbeli yapı üzerlerinde de “I. Ve II. Dünya Savaşlarında bizim yanımızda savaşmış olanların anısına” gibisinden bir not düşülmüş.

Hyde Park Corner’dan saraya doğru inerken Consititution Hill’in sol tarafında Green Park, sağ tarafında da ancak dev duvarlarının görülebildiği Buckingham Bahçeleri var. Her yer ağaç ve yeşil. Bu soğuk havada bile kardelenlerle birlike çiğdemler açıyor. Yeşil, çimen, yağmur bol ama çamur yok. Yayaların gerek parklarda gerekse kaldırımlarda yürüdükleri zeminler de özel. Ne su tutuyor, ne çamur yapıyor.

Nihayet indik meydana. Burada da önce ihtişamlı Queen Victoria memorial karşılıyor geleni... Anıt 1911 yılında bronz ve granitten yapılmış. Hemen Buckingham Sarayı'nın önünde duruyor, hala buradayım dercesine (bkz. yandaki resim). Zaten daha önceki satırlarımda da bahsettiğim gibi, burada her yerde karşınıza tarihten bir insan aniden çıkıveriyor. Kraliçe, Doğruluk, Adalet ve Analık temaları ile çevrelenmiş. Anıtın tepesinde ise altından yapılmış, Süreklilik (constancy) ve Cesaret ile yan yana "Zafer" dikiliyor.

Ve işte Buckingham Sarayı. Victoria Anıtı'nın tam arkasında..

 

Hava iyice karardı ve ben de çok yoruldum. Otele dönüş yoluna geçtim. Uzun sürdü, metroyu çok bekledim...