Club Flipper Macerası
Sabah kahvaltısından sonra Club Flipper’a doğru yola koyulduk. Tam öğlen sıcağı... eksik tabelalar sebebi ile yanlış yerlere gittik. Epey bir aradık tesisi. Sonra da bizi davet eden elemana telefon edip tarif aldık.
Tesise girdik. Çok büyük. Bizi önce arka taraflarda bir yere aldılar, orada bulunduğumuza dair imza aldılar, davetiyeyi de aldılar. Sonra da bize tanıtım yapacak olan satış elemanı geldi. Bizi, yeni yapıldığını söylediği, tesiste çalışanların çay molası aldıkları dört duvar bir manzara, 10 masa-sandalyeden oluşan teras-balkon karışımı yere aldı. Uzun ve “bizi tanımaya yönelik” saçma sapan ısınma görüşmesinden sonra bir kısa tur attık tesiste. Tabii ki bizi bir yandan tanıyıp alışkanlıklarımızın ne yönde olduğunu anlamaya çalışıp Club Flipper’ın ne kadar da bize uygun olduğunu ispatlama çabası içerisinde bilgi vermeye çalışıyor.
Konuşmanın başlarında aslında bize otel tanıtımı yapılmayacağını burada ellerinde kalan “VIP tipi devremülk”lerden satmak için reklam yapmaya çalıştıklarını öğrendik. Bunun için de bu reklamı yapacakları kişilerin (bu durumda bizlerin), tesisin büyük çoğunluğunu oluşturduğu aile tipi müşterilerine uygun evli çiftler ve 45 yıllık devremülk hakkını elinde tutmak istemesi en muhtemel genç çiftler olmasına özenle dikkat etmişler.
Bu noktada otel tanıtımına değil de devremülk tanıtımına geldiğimizi öğrenince zaten önemli ölçüde demotive olmuştuk. Bir de o “kandırılma” hissi var ya...
Neyse bir süre sonra eleman “yemek yiyelim” dedi. Bizi yine tesisin satış elemanlarının yemek yediği dört duvar, 10 masa –sandalye , “aile salonumuz vardır” kılıklı bir salonda yemeğe götürdü. Ve 4 çeşit yemek yedik. Adam bir de utanmadan “siz eğer devremülk alırsanız burada yemiyorsunuz tabii” demez mi!
Daha sonra tekrar devam ettik. Bir evi örnek olarak gezeceğiz dedi. Biz de zannettik ki satacakları evlerden birini göreceğiz. Hayır, showroom olarak bir daire var girişte. Onu gördük. Gezerken algıladığımız pek çok şey gibi bu da itici geldi bize.
Ve yine bizi balkonlu terasa götürdü. Son olarak kararımızı almaya. Efendim, bu aslında bir promosyon olayıymış. Ve sadece 1 günlükmüş. Alacak mıyız, almayacak mıyız diye o gün karar vermemiz gerekiyormuş. İşte o an konuşma sırası bize geldi. Hayır, dedik haliyle. Zaten görüşmeler süresince biz yazlık, devremülk gibi gayrimenkul sahibi olmaya karşı olduğumuzu gerekçeleri ile açıklamıştık. En sonunda da direttik. Kesin kararımız olduğunu anlayınca fiyatın da söylemediler. Bizi serbest bıraktıklarında saat 15.00 falandı. Keyfimiz zaten kaçmıştı. Yine de denize girelim dedik. Ama deniz dalgalıydı ve su bulanmıştı. Biz de havuza girdik. Esaslı derslerden birini daha öğrenmiş olduk. Her ne kadar kelime oyununa da getirseler, bir daha asla “bedava” serbest tanıtımlara ka-tıl-ma-ya-cak-tık.
Akşam çok acıkmıştık. Otelimizde kendimize geldikten sonra yemek için çıktık. Sultanahmet Köftecisi’ne gittik. Mönüde yok yok. İstanbul’daki Sultanahmet köftecilerinde yoktur o çeşit. Ben tavuk kanat aldım, Bahadır da kaşarlı köfte. Madem Bodrum’a geldik, bari bir –iki gece bar-disco yapalım dedik lakin uyku ve yorgunluk hali buna müsaade etmedi. Biz de Programı başlayana kadar Halikarnas’ın cafesinde oturup bir şeyler içtik. Yerel halk her yerde çekirdek yiyordu, e benim de canım çekti ve aldım. İnsanın canı bir yiyecek çekip de o dakikada yiyebiliyorsa, o maddenin ne kadar lezzetli bir şey olduğunu anlıyor. Bu da işte öyle bir çekirdekti!
Öyle bir çekirdekti ki, odaya döndüğümüzde “Bir Yudum İnsan” adlı programda Orhan Kemal’İn hayatını seyrederken bile kendimi tutamayıp yemeye devam ettim.