barselona, madrİd

 
Puerto Alcala

Madrid, 6. Gün

13.10.2007 Cumartesi/ Madrid, Puerta Del Sol, Plaza Mayor, Plaza De La Villa, Catedral de la Almudena, Kraliyet Sarayı, Plaza de Oriente, Thyssen-Bornemizsa Müzesi, Flamenko Biletleri, Reina Sofia Müzesi, Alcala Kapısı

Barcelona Akdeniz'e kıyısı olan bir şehir. Hem deniz, hem de Akdeniz. Bir kere bu önemli bir özellik. Madrid ise ülkenin tam ortasında bir başkent. Denizden uzak. Deniz seviyesinden yüksek, ülkenin daha dağlık bölgesinde. Bununla birlikte Barcelona'dan daha soğuk ve kuru havası olmasına olmasına rağmen yemyeşil. Renklilik ve cıvıltıda Barcelona'dan geri kalmıyor. Gece-gündüz insan hareketliliği var. 

Madrid'de varışımızın ardından ilk günümüzü, sabahın 08:30'unda, 10 derece sıcaklıkta Puerta del Sol'dan (güneş kapısı) başlattık. Güneş denmesine rağmen şekil olarak yarım daire şeklinde. 

Bir önceki akşam şehir turumuzu yaparken iğne atsan yere düşmez bir kalabalık olan bu bölgede şimdi in cin top oynuyor.meydanın en önemli simgesi aslında Madrid'in de simgesi olan kocayemiş ağacı ve bronz ayı. Bir de güneş saati olduğunu biliyoruz ancak nedense bulamadık. Bu meydanda ayrıca II. Carlos'un at üzerinde heykeli ile hemen karşısında sarılı kırmızılı renklerin ve bayraklrın donatıldığı postane binası var. 

Puerta del Sol, büyük kalabalıkları kendine çeken bir buluşma noktası özelliğinde. Belki de adını, kendi kadar özellikli ve meşhur Calle Mayor, Calle del Arenal, Calle de Alcala gibi sokaklara ve caddelere güneş ışınları gibi açılıyor olmasından alıyordur. Burası eski binaların altında hoş, dikkat çekici mağazaları ile bir cazibe ve alışveriş merkezi. Oldukça kalabalık turist grupları olsa da yerel halkın da vazgeçemediği bir merkez. 

Rehber kitabımızın yürüyüş önerisini takip edeceğiz. Puerta del Sol'dan kısa bir yürüyüş ile Calle de Postas caddesini takip ederek Plaza Mayor'a varıyoruz.

                                         

Bu dikdörtgen meydan sabahın erken saatlerinde olduğumuzdan bomboştu. Ancak süregelen bir festivalin çadırları maalesef görselliği bozdu. Bu meydan önceleri pazaryeri olarak kullanılırken 16.yy'da Kral II. Philip'in talimatı ile uzunca sürecek çalışmalardan sonra tam bir meydan haline getirilmiş. Vaktiyle idamların, engizisyon mahkemelerinin, kutlamaların izlendiği bir meydanmış. Venedik'in San Marco Meydanı'na çok benziyor, tabii Katedralsiz haline. Yine eski binaların zemin katlarında kafeler, restaurantlar var. Tam ortasında da 3.Philip'in atlı heykeli. Plaza Mayor'un dört kenarında farklı, kemerli kapıları var. Geldiğimizden farklı bir kapıdan , meydanın güney kapısından, Calle de Toledo üzerinden girerek başka bir kapısından tekrar Mayor Meydanına girdik. Bir başka açıdan seyrederek bu sefer batı kapısından sırası ile Plaza Morenas'ı , Cuchilleros'u, cordon'u takip ederek Plaza De La Villa'ya vardık.  

Bu meydan Casa de la Villa (Belediye Binası), Casa De Cisneros binaları ile Torre de los Lujanes (Lujanes kulesi) ile çevrili. Madrid'in en eski binalarıymış bunlar. Diğer meydanlara kıyasla çok daha küçük ve de sanki dar sokaklar arasında aniden karşınıza çıkıyor hissi veriyor. 

Sabahın erken saatleri ve hava soğuk. Barcelona'nın son yaz demlerinden sonra sert geliyor bu hava. Soğuğun da verdiği hızla yaklaşmakta olduğumuz Catedral de la Almudena ve Kraliyet Sarayı'na doğru yürümeye devam ediyoruz.

Catedral de la Almudena'nın özelliği yapımının 1 yy'dan daha uzun sürmüş olması.1800lerin son çeyreğinde yapımına başlanmış, ancak 1993'te tamamlandığı ilan edilmiş. Kentin koruyucu azizesi Almudena'ya adanmış. Bu katedral bitine kadar yine bir aziz olan Isidro'nun adına yapılmış olan Colegiata de San Isidro katedrali kullanılmış. Hemen arka tarafında yükselen Kraliyet Sarayı ile birbirlerini kollar gibi görünmekteler. 

Kraliyet Sarayı'ndan Katedrale bakış

Kraliyet Sarayı (Palacio Real), 1734 yılında burada bulunan kraliyet kalesinin bir yangında kullanılmaz hale gelmesi ile V. Philip'in yangına dayanıklı bir saray inşa edilmesi isteği üzerine yapılmış. Halen kraliyet sarayı olarak kullanılmasa da bazı devlet törenlerinde ve resepsiyonlarında hala kullanılıyormuş. Saray çok büyük ancak sadece belli odalar görülebiliyor. Taht odası, yemek odası ve porselen odası ile bazı koridor geçişleri etkileyici. Bir de girişteki eczacılık koleksiyonu ilginçSilahların ve kraliyet zırhlarının sergilendiği bölüm beni çok sarmadı tabii. Gerçi Tower of London'dakiler kadar büyük ve etkileyici bir atmosferi de henüz başka bir müzede yakalayabilmiş değilim. Her sarayda olduğu gibi burada da fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Bu arada giriş 8,5 €. Rehberli tura da katılabiliyorsunuz. Onun ücreti daha yüksek, bir de gruplar kalabalık. Ayrıca ilave ücret ödeyip audio guide da alabilirsiniz. 

Kraliyet Sarayı

Saraydan çıkar çıkmaz biraz dinlenmek üzere sarayın doğusunda bulunan Plaza de Oriente olarak adlandırılan bahçeli, havuzlu meydana yöneldik. Bu küçük ve huzurlu parkın etrafında eski kralların heykelleri sıralanıyor. Bu park hemen ileride opera binasının önüne açılıyor.

Daha sonra Bourbon Dönemi'nin havasının hakim olduğu Madrid bölgesine doğru gidiyoruz. Meclisin önünden yürüyerek geçiyoruz ve küçük bir parkta dinleniyoruz ve sıra Thyssen-Bornemizsa Müzesi'ne geliyor. Müzeye giriş kişibaşı 6€.

Burası Thyssen-Bornemizsa Ailesinin 2 kuşak tarafından toplanan sanat eserlerinin sergilendiği bir müze. Müze binası da 18.yy sonlarında inşa edilmiş Villahermosa Sarayı. Müze, Rönesans ve Klasik dönem eserlerinin sergilendiği 2. kattan gezilmeye başlanıyor.İspanyol sanatçılar kadar Alman, Flaman, İtalyan, Hollandalı sanatçıların eserleri de var. Birinci katta natürmort, 18 ve19yylar, impresyonist, post impresyonist, expresyonist eserler sergileniyor. Zemin katta kübist, deneysel avangard, sürrealist çalışmalar var.

Müzenin ayrıca çok güzel bir Carmen Thyssen-Bornemizsa koleksiyonu var. Bu kısım da 17.yy Hollandalı sanatçıların tabloları, 18. manzara tabloları, 19.yy Amerikan eserleri, impresyonizm, post impresyonism, 20yy abangard sanatı , kübist ve soyut eserlerden oluşuyor. Hakkını vermek için bu müzeye de bol vakit ayrılmalı. Müzeden çıktığımızda öğlen vaktini epey geçmişti. Kibele Meydanına geldik. Yemek yiyecek bir restaurant arayışına girdik. Bir hayli de yorulmuştuk. Alcala Kapısına doğru çıkarken kaldırımda masaları olan bir İtalyan restoranına atıverdik kendimizi. Adı Fragola Pizza Pasta. (Adres: Alcala, No 35) Pizza ve Spaghetti Fragola aldık. Porsiyonlar büyük, doyurucu. Salatalar da kocaman tabaklarda geliyor. Fiyatlar makarnalarda da pizzalarda da 8,50-9,00 €. tatlılar 5,40€. Güzeldi, denenebilir. 

Buradan ayrılıp Del Sol meydanındaki Turist Bilgilendirme Kulübesine giderek bize yakın bölgede bir Flamenko Gösterisi olarak ne önerebileceklerini sorduk. Görevli bayan, önündeki broşüre bakarak Sol Meydanı'na yürüme mesafesinde Calla Mayor üzerinde no.6'da ARENAL adlı gösteri merkezini önerdi. Çarşamba ve Pazar günleri kişibaşı 15€, diğer günler kişibaşı 30€. Biz de bu sebepten o gün (Cumartesi ) gideceğimize biletimizi ertesi güne aldık. Tur rehberimiz ile gitseydik kişibaşı 50€ ödemek durumunda kalacaktık. Sonuçta o da yemeksizdi. Ve izleyicilerinin çoğunun yerel halk olduğu nefes kesen bir şov izledik. Herkese tavsiye ederim. Gerçi salon Kadıköy sinema salonlarının 80lerdeki görüntüsünü veriyor ama şov her şeyi kapatıyor. (www.balletflamencodemadrid.com)

Bir sonraki gün için flamenko gösterisi biletimizi aldıktan sonra saat 18:00'de Reina Sofia Müzesi'ne (Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia) gittik; ilginç bir şekilde saat 21:00'de kapandığı için gezecek vaktimiz olduğunu düşündük. Ama o kadar hızlı gezmişiz ki saat 19:00'da çıkmıştık. Tabii bunda eserlerin ağırlıklı olarak 20. yy'a özellikle de kübizm, sürrealizm, soyut akımlarına ait olmasının etkisi büyük. Giriş ücreti normalde 6 € ancak o güne özel ücretsizdi. Bu arada Salı günleri kapalı. Pazar günleri de10:00-14:30 arası açık. www.museoreinasofia.es.  

 

 

Bu müzeden 19:00'da çıkınca bir miktar da olsa hala gün ışığı olduğundan Alcala Kapısı'na gittik, güneşin batışı eşliğinde fotoğrafını çektik. Madrid'i güzelleştirmek üzere yaptırıldığı 18. yy'da kentin doğu sınırını da çizermiş. 

Sonra da otobüs ile Sol meydanı'na döndük. Bir restoran bulmak bu kadar mı zordur, işte bu kadar zordur. Madrid'de dünkü ilk geceden sonra 2. kez aç kalma tehlikesi atlatmak üzereydik :) Her yer tıklım tıklım. Kimse evinde yemez mi kardeşim burada?! Zar zor bir yer bulduk, bizim Kadıköy Saray çizgisinde bir restorandı. Gelen ayakta sıra bekliyor. Fazla oturmadan yedik ve kalktık...