Karadenİz

Paşaoğlu Konağı, Boztepe, Bolaman, Fatsa, Ünye, Terme, Samsun, Amasya

15.07.2004, Perşembe/ Paşaoğlu Konağı, Boztepe, Bolaman, Fatsa, Ünye, Terme, Samsun, Amasya

Bugün Karadeniz'in kara havası çöktü sonunda. Yağmur ve bulut altındayız. 

Alışılageldiği üzere sabah 8:20'de otelden ayrılarak Ordu'daki Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Paşaoğlu Konağı'na gidiyoruz. 19. yüzyılın sonlarında yapılmış bu konak iki katlı. Birinci katı Etnoğrafya Müzesi. Müze ama bir konağın katı olarak düşününüz. Burada Osmanlılar döneminden kalma silahlar ile yöresel kıyafetlerden örnekler sergileniyor. Konağın ikinci katı da yaşam alanı. Trabzon'daki Atatürk köşkünden biraz daha eski ve iç tasarım olarak daha "Türk işi". Örneğin, ısınma sistemi kalorifer ile değil, mangallar ile. Banyoda bakır kazan var. Mutfak da, konak içinde yemek kokusu olmasın diye, konağın dışına ek bir bina olarak yapılmış. Bu konakta da fotoğraf çekimi yasak.

Konaktan ayrıldıktan sonra 475 metre yükseklikten Ordu'yu gözleyen Boztepe'ye çıkıyoruz. Ama Ordu'yu bu havada kuşbakışı seyretmek ne mümkün! Sanki gri bir cam fanusun içindeydik Boztepe'de iken. Öyle bir sis içerisinde çıktık tepeye zaten.

Boztepe'ye tırmanırken fındık bahçelerinin içinden geçtik-tıpkı Rize'de çay bahçelerinin önünden geçişimiz gibi. Nisan ayında ayaz ve don olunca fındıkların küçük meyveleri donmuş. Bu sebeple ürün az olacakmış (Fiyatının da pahalı olacağını fındık mevsimi olan Ağustos'ta açıkladılar).

Anlayabildiğimiz kadarı ile Boztepe'ye İstanbul'un Çamlıca Tepesi gibi bir tesis yapılmış. Duyduğumuz kadarı ile de gece manzarası güzel oluyormuş. Burada çay molası verdik. Sabah sabah iyi geliyor. Hava yağmurlu diye içeride salonda oturuyoruz haliyle. Sigara dumanında boğulmamak için dışarıya hava almaya çıktık. (Tam bu sırada bizim turdan birisinin başına bir kaza geldi. Ama bırakın anlatmayı hatırlamak dahi istemyeceğim bir anıdır ve bu konudaki yorumlarımı turlar hakkkında genel bilgiler kısmında okuyabilirsiniz.) Bu olay sebebi ile başka bir turdan yaşlı bir teyze ile tanıştık. O da diğer bir küçük tur operatörü ile Karadeniz turu yapıyormuş. Bize, siz kaç kişisiniz böyle, ne kadar kalabalık bir tur, dedi. Onlar 11 kişiydi. Çok memnun kalmış turundan. Küçük olunca bir minibüse sığmışlar. Hem grubun kontrolü daha kolay, hem de istedikleri yerlerde daha uzun ya da kısa kalma esnekliğini sağlayabiliyorlarmış. Biz 35 kişiydik. Sonrasında "bitti, bu son!" desek de insan her yere kah bilmediği için kah böylesi uzun km.ler ile dağ- tepeler sözkonusu olduğu için kendi kendine gitmek istemeyebiliyor. Ama bu bize bir ders oldu. Ama bundan sonra tura katılır mıyız, bilemiyorum.

Boztepe'den ayrıldıktan sonra Perşembe (Vona) sahilinden geçiyoruz. Denizin orta yerine balık çiftlikleri kurmuşlar, somon balık üretiyorlar. Bu arada hava kasvetini sürdürüyor.

Orta ve Doğu Karadeniz arasında şu ya da bu dere sınır teşkil eder diye belirgin bir söylemde bulunabilirsiniz, ama tabii ki doğal özelliklerin sınırını bu kadar belirgin koyamazsınız. Trabzon'da alana ilk indiğimiz andan itibaren gezimiz boyunca gördüğümüz Orta ve Doğu Karadeniz'e özgü ortak bir şey var. Yol kenarındaki boşlukların bile fasülye, salatalık ve mısır ile ekili olması. Kıyıya bakan hemen her evin, apartmanların bile önünde bahçesi var. İç kesimlere (dağlara) doğru yerleşimler bir süre betonlaşıyor, ama sonra yine bahçeli ev, villa tipi evler görülmeye başlıyor. Ordu'dan Batıya doğru ilerlerken evler Rize ve Trabzon'dakilere göre daha özenli ve temiz bakılmış gibi bir izlenim bırakıyor. Ama yeşil aynı yeşil. Yeşil anlayışı aynı anlayış. Ordu coğrafya olarak biraz daha alçak kalıyor ve çayın yerini burada fındık belirgin şekilde alıyor.

Ve yoğun yağış altında Bolaman'dayız. Sağanağı tınmayarak Bizanslılardan kalma Bolaman Kalesi üzerine inşa edilmiş Haznedaroğlu Konağı önünde çay ve kahve içtik. Bolaman'dan itibaren yeşil dağların gerilere doğru çekildiğini ve düz alanların arttığını daha rahat görebiliyorsunuz. Hava kıyıda biraz açıldı ama yüksekler sis gibi bulutlarla bezeli.

Fatsa'dan geçmekteyiz. Binalarda estetik anlayış biraz daha belirginleşiyor. Acı olan evlerin villa tipine kayarken yeşili yok etmeye başlaması. Fındık ağaçları Boztepe'de meyvesiz iken kıyı kesimlerinde çotanakların gözle görülebilecek kadar büyük olduğunu algılayabiliyoruz.

Ve Ünye'ye ulaştık. Ünye'nin Yunanca'dan gelen bir çok adı varmış; "Oenea, Oney, Onea, Oenes, Oinonie, Ünyüs" gibi. İyi şarap anlamına gelen bir kelimeymiş bu kelimelerin kökeni.

Karadeniz sahilinde sokaklar görebildiğim kadarı ile İstanbul'a göre daha temiz. Yine genelde görebildiğim bir başka ayrıntı da böyle nemli bir bölgede bina dış cepheleri inanılmaz bakımsız. Görüntü bina dağılıyor gibi bir his uyandırıyor. Yeni inşa edilen binalar biraz daha korumalı; dış cephelerde kesme taş ya da mozaik, pencereler de pimapen kullanılmış.

Müsait olan sahil şeridinde kamp alanları var.

Akçay deresi ile birlikte Samsun il sınırına giriyoruz. Ancak merkeze 76 km var. 10 dakika kadar sonra Terme'ye varacağımızı bildiriyor rehber. Burada Ulusoy Tesisleri'nde durup meşhur Terme pidesi yiyeceğiz.

Terme, kadın savaşçılar "Amazonlar"ın yaşadıkları yer olarak biliniyor. Terme Çayı'nın kıyısında bir kent kurdukları söyleniyor. Özellikle ok atmada usta oldukları söylenen bu savaşçı kadınların daha kolay ok atabilmeleri için henüz 1-2 yaşlarında iken sağ memelerini kestikleri ya da yaktıkları gibi bir bilgi varmış. Bu sebepten memesiz anlamına gelen a-mazon ismi ile anılıyorlar. Rivayet budur ki bunların erkekleri savaşa gitmişler ve dönememişler. Bunlar da erkekleri sadece üremek için kullanıp işleri bitince keserlermiş. Erkek doğan çocuğu sakat bırakır kızları savaşçı yetiştirirlermiş.

Çarşamba'dan sonra Samsun'a yarım saat var. Samsun'da ilk olarak Bandırma Vapuru'nun birebir ölçülerde maketini ziyaret edeceğiz. Ancak görevlisi bir türlü bulunamadığından uzun süre dışarıda bekledik. Hemen karşısındaki Atatürk Anıtı'nın önünde pozlarca fotoğraf çekmek için herkesin yeterince vakti oldu. Bir yerlerden gerekli onay gelince bir güvenlik görevlisi bize Vapurun kapılarını açtı ve ancak güvertesinde gezdik. İçinde zaten boş kamaralar vardı. Penceresinden bakmak yetti.

Bandırma Vapuru'na 5 dakika mesafede, şehrin daha bir içerisinde Samsun Atatürk Anıtı'nı ziyaret ettik. Buralara ilişkin pek de izlenim aktaramayışımın sebebi izlenim edinemeyecek kadar kısa süre kalmamızdan. Ancak şu kadarını anlayabildik : görebildiğimiz kadarı ile Samsun'un merkezi çok güzel. Parkı, bahçesi düzenli ve yemyeşil. Tabii Doğu Karadeniz'e göre daha düz arazisi olmasının avantajları var.

Samsun'u yukarıda anlattığım kadarı ile gördükten sonra Atatürk'ün izlediği güzergahı takip ederek Havza üzerinden elma diyarı Amasya'ya doğru devam ediyoruz. Binaların kalite ve görüntüsü burada daha iyi. Kafayı binalara taktı diyeceksiniz belki ama yok öyle bir şey; otobüsten ancak bu kadarı görülebiliyor. Bir başka öğrendiğimiz şey de Havza'nın 55 derece sıcaklıkta kaplıcaları olması.

Şimdi düşünüyorum da Amasya'ya gelişimizin en büyüleyici tarafı şehre girişmizdi galiba. Havza tarafından gelirken şehre iki dağ arasından giriyorsunuz; üstü açık bir tünele girer gibi. Amasya, dağları ikiye bölerek akan Yeşilırmak'ın içinden geçtiği bir şehir. Yani, şehir Yeşilırmak boyunca ve dağların eteklerinde kurulmuş. Nehir boyunca da ilerlemeye devam ediyor. Olağanüstü bir çekiciliği var. Yeşil bir şehir ve tamamı ile özgün.

Otobüs şehre doğru ilerlerken yüksek olmayan ama dik yükselen sağ taraftaki dağ sırası üzerinde kale duvarları görüyoruz; bunların hemen üzerinde de 3 adet Roma dönemine ait kayalara oyulmuş kral mezarları. Şehrin bir başka yanı da bu. Sanki şehre dair doğal bir vitrin süsü gibi.

Burada da insanlar Amasya'yı görmeye gelen turistlere karşı sıcak kanlı ve yardımsever. İşi kendileri halledemiyorlarsa, siz alternatif sormadan onlar sizi bir yerlere mutlaka yönlendiriyorlar.

Saat beş civarı indik şehzadeler şehri Amasya'ya. İlk gezi noktamız, 1485'te tamamlanmış olan, cami, hamam, aşevi, kütüphaneden oluşan Sultan 2. Beyazıd Külliyesi. Cami Osmanlı dönemine ait olmasına rağmen Selçuklu ve Moğol soyundan gelen İlhanlılar sanatından etkiler görülüyor. Bir minaresi yivli minare, diğeri de kilim desenli mimari ile yapılmış. Caminin giriş kapısı da yine Aksaray 'a giden yol üzerindeki Ağzıkarahan Kervansarayı'nda olduğu gibi.

Amasya'nın merkezinde hemen her sokakta Osmanlı döneminden kalma cami, bedesten, duvar, hamam gibi yapılar mevcutve çoğu halen kullanılmakta.

Camiden sonra 1 saat boş vaktimiz var. Küçük bir şehir turu atmak üzere ilk olarak Amasya'nın başka bir çekim noktası Yalı Boyu'nu geçerek Kaya Mezarlarına çıkmaya karar verdik. Ancak burası saat 18:00 de kapandığından giremedik, lakin o yükseklikten Amasya'yı bir de buradan seyrettik. Dağ eteklerine kurulan şehirlerin, arkasında dayısı varmış gibi farklı bir havası oluyor.

Küçük ama tertemiz şehrin merkezini şöyle bir görüp otobüsün yanına döndük ve bu geceyi geçireceğimiz Amasya'nın en yüksek noktalarından birine, kral mezarları ve Yeşilırmak boyunca uzanan Yalı Boyu manzaralı otelimiz Apple Palace'a yerleşiyoruz. Otel yeni ve temiz, hatta yüzme havuzu yeni yapılıyor. Odaları ferah, yemekler ve ilgi güzel.