Truva, Çanakkale, Gelibolu
Bozcaada’dan ayrılıyoruz. Bahadır kahvaltıdan önce arabayı feribot kuyruğuna soktu. Vaktinde kuyruğa girmek önem arzediyor! Yoksa anakara ile başka ulaşım yolu yok. Planladığın vakitte feribota bindin, bindin. Aksi takdirde ya bir sonrakine ya da son feribotu kaçırdıysan yarınki ilk sefere!
Aslında bugün için plan Truva’yı gezmek, bir gece de Çanakkale’de kalmak, sonra da Şehitlik’i gezip yola Tekirdağ üzerinden devam etmekti. Fakat yetkililer feribotu Bozcaada’dan saatinden bir-birbuçuk saat daha erken kaldırınca biz de acaba Çanakkale’de kalmadan eve doğru devam etsek mi, diye düşünüp Truva gezimizin süresine ve yorgunluk durumumuza bakmaya karar verdik.
ruva’yı da çok sıcak bir havada gezdik. Sıcak olduğu kadar da rüzgarlıydı. Rüzgarın kötü tarafı tozu yerden kaldırması ve bulut gibi gezdirmesiydi. Haliyle üstümüz başımız bir yana gözlerimiz de nasibini aldı bu işten.
Tahta atı ile konukları karşılayan Truva’yı çok merak ediyordum. Daha ilkokuldayken duymaya başlamıştık Odisseus’un “masalsı” hikayesini. Ortaokulda, lisede, üniversitede mitoloji olarak karşımıza çıktı tüm detayları ile. Şimdi ise “dünyanın ilk güzellik yarışması” neticesinde çıkan, on yıl süren ve Akhaların (Yunanlılar) bir at hilesi ile kazandıkları, o meşhur savaşın meydana geldiği yerlerdeydim.
İlk olarak Heinrich Schliemann tarafından yine 19.yy’ın son çeyreğinde ortaya çıkartılmış bu antik kent. Ama amaç şehri gün yüzüne çıkartmaktan ziyade Priamos’un hazinesini ele geçirmekmiş. (Sanıyorum, bu kişinin de Alman olması tesadüf değil). Biraz acı ama gerçek şu ki bu kazılar halen, Daimler-Chrysler, Siemens gibi Alman firmaların sponsorluğunda yapılıyor. Bu yıl Daimler-Chrysler yavaş yavaş çekilme kararı alıp işi Siemens’e devretmeye başladı. İşin doğrusu, bu işlere yabancı eli değdiği belli oluyor.
Bugüne kadar yapılmış kazılarda dokuz evreye ulaşılmış. M.Ö.3000’li yıllara kadar inilmiş. Bu dönemlerde Truva bir kültür merkeziymiş. Truva Savaşı dönemi yedinci evreye/tabakaya ait dönem olarak adlandırılıyor.
Bu evrede kalın bir tül tabakasına rastlanmış olup çeşitli savaş aletlerinin parçaları bulunmuş. Savaştan sonra M.Ö. 1100 -700 yılları arasında şehirde yerleşim olmamış. Ancak M.Ö. 700’lerden itibaren Yunan halkı tekrar bu bölgeye yerleşmeye başlamış ve şehrin adı Ilion olarak değişmiş. M.Ö. 4.yy’dan itibaren Büyük İskender’in yönetimi altına girmiş, M.Ö. 85’te de şehri Romalılar ele geçirmiş. İstanbul’un fethinden sonra da Truva stratejik önemini yitirmiş.
Bugüne kadar yapılmış olan kazı çalışmalarında pek çok şey ortaya çıkartılmış olsa da sitenin daha çok işi var.
Truva’dan çıkıp Çanakkale’ye yöneldik. Saat 14:00 civarıydı. Zaman kazanmak açısından bir an önce feribota binip Eceabat yakasına geçmek istiyorduk. Ancak feribot geç kaldığı ve araç kuyruğu çok düzensiz olduğu için burada fazla oyalandık.
Eceabat’a geçer geçmez ikindi saatlerinde öğlen yemeği yedik. Sonra da şehitliklerin yolunu tuttuk.
Vardığımızda akşam saatleriydi. Pek çok şehitlik var. Türk askerleri için olduğu gibi yabancı askerlerin de ülkelerine göre ayrılmış olan şehitlikleri var. Tabii en görkemlisi Abide. Bu gezi benim için çok ağır geçti. Daha müzeyi gezerken başladım ağırlaşmaya. Şehitliklerde zaten dağıldım.
Şehitliklerden çıktıktan sonra ver elini Tekirdağ. Eve dönüş yolu. Bu yakaya geçmişken bir daha feribot çilesi çekerek çanakkaleye geçmeyelim dedik. Saat 22:00’de Tekirdağ’daydık. Oniki gibi eve gelmiştik.