Prag Gözlemleri ve Karlovy Vary Turu
Bugün ekstra Karlovy Vary turuna katılıyoruz. Herkesin mutlaka görün dediği, Prag’a 2 saat uzaklıkta, kaplıcaları ile nam salmış küçük kent. Yolda giderken 2 saat nasıl geçer? Rehber Çek tarihi hakkında bilgi verir (yanlışları da olsa) ve ben de gözlem notlarımı tutarım.
Karlovy Vary’ye gidene dek edinmiş olduğum bir buçuk günlük Prag izlenimlerimi aktarayım öncelikle...
Şehiriçi, otobüs, metrolar temiz, yeni. Yollar da olabildiğince temiz, düzgün. Asfalt yollarda problem yok. Eski şehir yolları da zaten parke taş. Herhalde binların dokusu ile uyumlu olsun diye öyle. Otobüs, tramvay ve metro ile yaygın bir toplu taşıma imkanı sunuluyor; hem hızlı hem de bol seçenekli, ancak otomobiller de son model, o anlamda kendimi İstanbul’da gibi hissettim; Volkswagen Polo-Golf, Fiat, Opel, Peugeut, Mercedes, BMW ve daha az sıklıkta jip gibi araçlar hakim yollara. Trafik sabah ve akşam iş dönüşü saatlerinde yoğunlaşıyor.
Prag'da yaygın bir toplu taşımacılık ağı var. Otobüs, tramvay ve metro sistemleri elbetteki entegre. Ayrıca oldukça da pratik. Bununla birlikte işe gidiş ve iş çıkışı saatlerinde yoğun trafik var.
Bazı semtlerde ağırlıklı olarak Sovyet dönemi sosyal konutları var. Gördüklerimizin çoğunluğu 1970lerde yapılmış, uçuk renkli soğuk lojman tipli yapılar. Praglılar dermiş ki, ’89 öncesinde sadece 3 renk görürdünüz; siyah, siyah, siyah. Ancak 1992’den, komünizm yıkıldığından bu yana kapitalist düzene geçiş rahat ve hızlı olmuş. İşsizlik hemen hemen yokmuş. Kazanç artmaya başlamış, lüks yaşam da. Bu arada Avrupa Birliği’ne girilmesini en çok gençler istiyormuş. Daha yaşlılar ise istemiyormuş; şimdi çalışmak yorulmak gerekiyor deyip, komünizm döneminin eski rahatlığını arıyorlarmış. (Bu arada bu yıl Mayıs ayında Çek Cumhuriyeti Birliğe girecek).
(Gezilerimizde hiç değişmediğini gördüğümüz bir şey var: Türk insanı! 08:30da hareket derler, 09:00da hareket edilir. Gezip görmek, eğlenmek ve öğrenmek amaçlı seyahat etmek olayına, çarşı-Pazar alışveriş olgusu eklerler. Aynı ortamda 1’den fazla Türk olduğunda her biri, ilginç bir alçakgönüllü entellik ile, ezilmişlik psikolojisinden kurtulma yarışına girerler. Diğerlerinden daha fazla bilgi sahibi olduğunu, ya da daha akıllı ve cingöz olduğunu belirten yorumlarda bulunur.Türk en iyisini, en güzelini, en doğrusunu yapabilme başarısını göstermiş olduğundan (!) diğeri görevini yapıyor olsa bile, sivri dille eleştirir. Bilirsiniz...Türk insanı anlatmakla bitmez...)
Gelelim Prag ile ilgili gözlemlerimize...Bu yıl başına dek otoban kullanımı ücretsizmiş ama yeni bir uygulama ile az da olsa bandrol karşılığı ücretli olmuş. Otoban demişken anımsadım; çok şaşırdığımız bir şey de TIR şoförleri. TIR şöförü deyince gözünüzün önüne gelen imajı hemen silin. Canladırmanız zor olmayacak ama garip gelebilir. Gördüklerimiz inanılmaz genç tipler. Üstelik de kitap okuyorlar. Gerçi burada herkes kitap okuyor. Metroda her yaştan insan, Londra ve Paris’te de olduğu gibi kitap ve gazetelerini okuyorlar.
Ve Karlovy Vary... Bu şehir de adını Charles’tan yani Karl’dan alıyor; Karl’ın Banyosu. Nedenine gelince burası bir kaplıca şehri. Karl’ın bölgeyi görüp çok beğendikten sonra bir saray yaptırmasını takiben krala yakın diğer aristokrat ve üst düzey insanların da bölgeye yerleşmesi ve kaplıcaların dertlere şifa olması ile birlikte bölgenin popülaritesi artıyor. Sonra burası sağlık merkezi haline gelmiş.
Karlovy Vary ilk bakışta sıradan bir şehir görüntüsünde. Ne zaman ki tepelerden eski merkeze doğru inmeye başlıyorsunuz, o zaman neden ısrarla “Karlovy Vary’yi mutlaka görmelisin” denildiğini anlıyorsunuz. Zamanı ve mekanı unutarak bir sağa bir sola dönerek kendinizi akışa bırakıyorsunuz.
Eski Karlovy Vary taraçalar halinde yükselen bir kasaba-şehir
Ortasından küçük bir nehir geçen, vadi görüntülü eski dönem kasabalarını düşünün. Nehrin iki yakası sık sık hafif bombeli köprüler ile birbirine bağlanmış. Köprüler 10-15 adımda diğer yakayı bir diğerine bağlıyor. Her iki yakada karşılıklı, 3-4 katlı, rengarenk binalar. Hepsi birbirinden güzel. Binalar kağıttan-kartondan yapılmış, setlerdeki dekor evlere benziyor aslında. Bir de havadaki pus ve kaplıca sularının buharı ile birleşince o kadar masalsı ki görüntü. İnsanın hayalgücü kendi kendine işlemeye başlıyor. Bu evlerin bir kısmı vaktiyle önemli kişilerin (Mozart, Rus Çarı Petro, Djorak gibi...) evleri olmuş, ancak bazıları da şu an otel, mağaza, cafe, restoran olarak görev görüyor. 19.yy’da atlattıkları büyük bir yangın sonrasında kür banyosu vergisi ile şehri restore etmişler.
Resmin tam ortasındaki çarmıh, II. Dünya Savaşında ölen vatandaşlarının anısına dikilmiş.
Karlovy Vary’nin kaplıcasından başka Jean Becherovka adlı bir vatandaşın ürettiği Becherovka denilen bir içkisi meşhur. Hesapta, kaplıca sularının tuzlu, tuhaf tadını unutturmak için yapmış bu içkiyi; tarçınlı bir likörmüş bu. Ancak bu, beyaz şarap renginde sert, alkollü bir içki. Tadını öksürük şurubuna denk bulduğumuzdan almadık. Rehberden öğrendiğimize göre yerel halk mutlaka evinde ağrıya sızıya karşı bu içkiden bulundururmuş.
Bohemia kristali, porseleni ve granad adlı taşı da ünlü. Kaplıca sularını içtikleri yassı bir porselen ibrikleri var. Soğuk havalarda elleri de ısınsın diye bu tip bir ibrik imal etmişler vaktiyle. Turistler de şehirdeki herhangi 12 kaplıca çeşmesinden bu porselen ibrikler ile sıcak ve tuzlu sudan içiyor ve geleneğe icabet ediyorlar.
12 çeşmeden bazılarını barındıran yapı
Yukarıdaki binanın dış koridorunda bulunan çeşmelerden birisi. Sıcaklığı 60 derece. Cilde ve mideye iyi geliyormuş.
Eski Karlovy Vary'nin içine doğru ilerledik ve Vridelni Kolonada adlı bir cam yapı içerisinde kaplıca suyunun kendi gücü ile metrelerce yukarı fışkırdığını gördük.
Bir de kağıt inceliğinde kağıt helvaları da meşhurmuş. Ondan da yedik; bizimkinden tek farkı kalınlığı; daha doğru ifade ile inceliği...
Mevsiminden midir genelde böyle midir bilemem, Karlovy Vary de- Prag kadar olmasa da bir hayli sessiz, neredeyse sadece şehri ikiye bölen küçük akarsunun sesi duyuluyor.
Gün sonunda buradan ayrılmak zor oldu. Herkes burayı çok sevdi...
Akşam yemeğinden önce otelde biraz dinlenmek gerekti. Daha sonra Vaclav Meydanı civarındaki yerleri gözden geçirdik. Bir İtalyan restoranı bulduk. Bahadır 4 çeşit peynirli pizzasından önce çorba istedi. Ancak gelen çorba bizim iki öğünlük çorba miktarımızdı, gözlerimiz açıldı doğrusu. Prag'da tüm restoranlarda porsiyonlar gayet büyük. Ben de makarna aldım yine. Mantar soslu, biraz zor yedim ama güzeldi.
Ertesi gün için dinlenebileceğimiz şüpheli ama uyumaya mecburuz. Otelin yolunu tutuyoruz...