maçahel

Maral Şelalesi

15.07.2010 Perşembe/ Maral Şelalesi

Saat 08:00de kahvaltı ve 0900 da hareket. Neyse ki küçücük grubumuz asker gibi. Denildiği vakitte herkes orada.

Bugünkü gündemimizi Camili Köyü içinden geçip Maral Köyü’ndeki Maral şelalesi ziyareti oluşturuyor. Yine aracımızın girebildiği yere kadar gidip sonra iniyoruz. Yeşilin başka tonları ile büyülenmeye hazırlanıyoruz.

Dev ağaçların içinden şiir tadında pastoral bir yürüyüş başlıyor. Yer yer zorlu geçitler ve bata çıka yürüdüğümüz çamurlu yollar doğa ile içiçe olmanın da bir bedeli olduğunu hatırlatıyor bize. Hala acımakta olan kaslarımızın isyan çığlıkları bu zümrüt orman denizinde yitip gidiyor. Sabah uyandığımızda yataktan kalkacak mecali bulamayıp söylensek de gruptan kimsenin bu acılara kulak astığı yok. Şu ömürlük ormanda geçirilecek kısacık deneyimimizde mümkün olduğunca çok güzellik görmek emelinde herkes.

Köylünün kendi imkan ve girişimleri ile orman içinde açtırılmış olan toprak patika yerine asfalt döküldüğü anda o ormana uğratacağı hezimet konuşulup anlatılıyor. Hak vermeden edemiyoruz. Büyük bir kavga sürüyor aslında oralarda. Sadece yurtta değil, dünya üzerinde elde kalan bir kaç parça ekosistemin de kendi haline bırakılmasını istemek artık çok değil. Baraj yapılacak diye güzergahı değiştirilen nehirler, Borçka’da beton yığınına dönüşmüş nehir kenarları bunların ne garip bir çaba olduğunu düşündürüyor insana.

Bu derin orman dibinde karınca misali yürürken çağıl çağıl bir su sesi kulaklarımıza gelmeye başladığında patikamız da aslında bitiyor. Gözlerimiz merakla çağlayanı ararken bir yandan da taze bitmiş dağ kekiklerine tutuna tutuna meyillerden düşmeden inmeye gayret ediyoruz. Önümüze, bir fotoğrafta son derece romantik bir görüntü teşkil edebilecek bir çift merdiven çıkıyor; ağaçlardan yapılmış, bulunduğu yerle son derece uyumlu ve misafirperver bir merdiven. Sırası ile bu bir çift merdivenden inmeye girişirken Maral Şelalesi ile gözgöze geliyoruz. Saat 10.00-10.30 gibi şelaledeyiz. Yarım saat kalıyoruz “dünyanın göbek deliğinde”. Suya girmek isteyen mangal yürekli arkadaşlarımız suyu az miktarda çekilmiş ( neredeyse diz boyuna inmiş) şelalenin oluşturduğu gölde “serinleme” çoşkusu da yaşadılar:) Biz geri kalanlar da suyun düşme etkisi ile ortaya çıkan meltem ve su zerreleri ile serinlemeyi tercih ettik- ki yeterince serindi!

Şimdi aynı yolu gerisin geri tırmanacaktık araca kadar. Arada neyse ki soluklanacak bir çeşme başı yine bulunuyor. İnerken de işe yarıyor, çıkarken de. İnsan tüm vücudundan o kadar ter atıyor o kadar atıyor ki, içtiği onca suya rağmen standart ev koşullarında tuvalet ihtiyacı oluyor.

Minibüse atlayıp bir saat kadar yol gidiyoruz. Camili Köyü’nün dillere destan ahşap tarihi camiini göreceğiz.

Minik, sevimli, 300 yıllık bir camii. Dışı 1965’te yenilenmiş ama iç ahşap süslemeleri orjinal camiden kalmaymış. Çinili camilere gözü alışanlar için değişik bir deneyim.

Öğlen yemeği başka bir evde; Fiko’ya “dayı” diye seslenen yeğeninde. Uçsuz bucaksız bir ormanlık vadiye kartal yuvası gibi bir konumdan bakan bir evin yakınlarında bırakıyor Fiko aracı. Artık yürümek istemeyen bacaklarımızla son gayret bir patikadan ilerliyoruz. Altına bir geçiş verilen, üstüne ev kondurulmuş köprü gibi değişik bir yapının altından geçiyoruz. Bu geçit odunları yığmakta kullanılıyor aynı zamanda. Başka bir sürü alet edevat oracıkta. Buradan çıkar çıkmaz altından geçtiğimiz evin basamaklarını görüyoruz sağda. Patikaya devam ederek karşımıza çıkan eve gireceğiz. Kocamaaaan. Feraaaaah. Kartal yuvası burası aslında. Her girdiğimiz evde olduğu gibi ayakkabılar burada da çıkartılıyor elbette. İki cephede sundurmalı verandası ile bir başka ömürlük mekan burası. Nasıl da acıkmışız. Ev sahibesi bize enfes yemekler hazırlamış. Ellerine sağlık bacının. Menüde tavuk suyuna/ tavuklu yoğurt çorbası, taze kişnişli lahana (hani şu annemin çorbasını yaptığından), kesme makarna, zeytinyağlı fasülye, lahana sarma, yoğurt veeeeee sıcak mısır ekmeği!

Sonra geze geze dönüş. Bir evvelki gün pansiyonumuza yakın olan bölgede yüzmek isteyenler yine yüzüyor. Biz dönüyoruz.

Akşam cumbalı balkon sefamızda birden hava kapıyor. Hadi, diyoruz, şu Karadeniz gezimizde bir yağmur görelim. Yağıyor ama Karadeniz yağmuru olmuyor.

Osman diyor ki yarın gideceğimiz rota pek güzel olacak: çamur zenginliği açısından...