Kekova, Simena (Kaleköy)
Kekova bölgesinde geçireceğimiz ikinci günümüzde tekne turu ile batık kenti ve Simena'yı göreceğiz. Bizi gezdirecek olan teknenin sahibi aynı zamanda kaldığımız pansiyonun da sahibi. Önce pansiyonda kalan bir aile ile birlikte bizi 2 saat içinde gezdirip getirecekti. Sonradan Ankara'dan gelen bir turu da ilave ederek koyları da planın içine kattı.
Üçağız'dan hareket ettikten çok kısa süre sonra Kaleköy (Simena) 'yı görebiliyorsunuz. Taraça halinde yükselen dar sokaklara kurulmuş evler denizden bakıldığında çok güzel manzara veriyor. Manzarayı bütünleyen en güzel parça da dönüşte gezeceğimiz Kale. Bu arada Üçağız'ın aksine Kaleköy'den denize girilebiliyor, ama ancak iskeleden. Dağ hemen kıyıdan itirbaren yükseldiğinden plaj yok.
Kaleköy de gözden kaybolunca rotamızı Kekova'ya çeviriyoruz. Teknemizin tabanında iki yerde, batık kenti su altından izleyebilmek için çoğu teknede olduğu gibi, pencere var. Kekova antik batık kent kalıntılarını barındırdığı için dalınması yasak olan bir yermiş. Kekova'ya yaklaşırken deniz ortasındaki küçük adacıkların üzerindeki yarım oda kalıntılarını ve denizin içine doğru uzanan merdiven basamaklarını görebiliyorsunuz. Suyun dışında kalmış gerek tuzun gerek rüzgarın yontup yassılaştırdığı kaya evlerin kalıntıları...Tekne bu kıyıya, yani sebebi depreme bağlanan bu çökme neticesinde yarısı suyun altında kalan yarısı da adacıklarda kalan evlere iyice yanaşıyor ve motoru rölantiye alıyor. Biz de tüm dikkatimizi teknenin tabanındaki pencereden suyun altında kalan amforalara, ev kalıntılarına topluyoruz.
Batık kenti gördükten sonra civardaki güzel ve serin sulu koylarda durarak yarımşar saatlik yüzme molaları verdik. Araya da teknede öğlen yemeğini sıkıştırdık. Tur geri dönerken bizi Kaleköy'e (Simena) bıraktı. Bizim burada göreceğimiz bir kale ve Likya tipi kral mezarları vardı.
Öncelikle Simena'daki bu kale hakkında belirtmem gereken bir ayrıntı var. Kaleye çıkmaktan ziyade tırmanmak demek daha doğru olur. Eğer kaleyi görmek istiyorsanız-bence mutlaka görülmeli- oldukça zor bir tırmanış sizi bekliyor. Yükünüz mümkün olduğunca hafif olmalı.
Şanssızlığımız öğlen sıcağına denk gelmemizdi. İlk etapta kocaman taşlı basamakları aşmak zorunda kaldık. Yükseldikçe engebe artıyordu. Kah soluklanmak için durarak kah tepeden manzarayı seyrederek kalenin zirvesine ulaştık. Yarıyoldan dönmediğime işte o an çok sevinmiştim. Tepeye çıkmanın mükafatını almıştım. İnsana, denizin üzerinde kanatlanarak gökte uçuyormuş hissi veren bir güzellik ile başbaşa kalıyorsunuz. Sanki, küçük adacıkların üzerlerine seke seke basarak görünmez diyarlara koşaradım varacak bir dev gibi hissediyorsunuz.
Elbet bu zorlu tırmanışın bir de inişi olacak. İniş de kolay olmadı. Kaleden inerken bir ara yoldan Likya tipi kral mezarlarının bulunduğu yere vardık.Burada da yabani zeytin ağaçlarının gölgelerine sığınarak sıcağın etkisini biraz olsun hafifletmeyi umuyorduk, ama ne çare!
Kıyıya iner inmez hemen içecek bir şeyler aldık. Diğer yandan da bizi pansiyonumuza geri götürmeleri için haber saldık.
Pansiyon demişken, bir iki detayı atlamak istemedim. Her ne kadar bazı yerlerde pansiyondan başka geceleme alternatifiniz olmasa da konaklamak gayet hoş olabiliyor. Ancak pansiyonda su ve elektrik kesildiği zaman, sifon da kolay dolmadı mı hayat zorlaşabiliyor. Gönül Pansiyon'da başımıza bunlar geldi. Geçen sene klimasız yerde kalmamak konusunda ders almıştık. Bu sene de bu yaşadıklarımızdan ders aldık. Kahvaltıyı da beğenmedik, çok özensizdi. Ayrıca, daha da önemlisi , burada geçirdiğimiz ikinci ve son gece kabustu. Saat gece 11 civarı başlayan ecnebi çocuk gürültüleri bitmek bilmedi. İki defa odalarına gidip uyarak zorunda kaldık. Ancak sonuç vermedi. Saat yarımda birinin annesi geldi (biz çağrıldığını düşünüyoruz, zira sonra gidiverdi). Bir süre sonra uyumuşuz. Bekle bizi Kaş, sabah geliyoruz....