LİKYA

Demre, Üçağız Köyü

3.8.2004, Salı/ Demre, Üçağız Köyü

Kıyı boyunca Antalya'nın batısına doğru ilerlemeyi sürdürüyoruz. Kumluca üzerinden Finike'ye ulaşıp, buraları beğenirsek 1 gece kalmak gibi bir düşüncemiz var. Ancak Kumluca gibi Finike'nin de çok şehirleşmiş görüntüsü ve de yüzmek için uygun bir plaj tesisi bulunmayışı bu plandan vazgeçmemize sebep oldu. Demre'ye doğru durmadan yola devam ettik.

Aslında Demre de hayli şehirleşmiş bir merkezmiş. Doğrusu ben daha sade bir yer bekliyordum. Burada ilk göreceğimiz yer Myra. Yan yana sıralanmış hediyelik eşya standlarının arasından ören yeri girişine varılıyor. Benim ilk olarak dikkatimi çeken şey yine ihtişamlı tiyatro oldu. Ama tabii ki tiyatronun hemen yanı başında yükselen kaya mezarlarını kaçırmak mümkün değil. Tiyatrodan sonra insanın gözü ister istemez oraya kayıyor. Hatta önce hangisini görsek gibisinden bir bocalama bile yaşıyorsunuz.

Diğer Likya Şehirlerine benzer şekilde M.Ö. 5. yüzyıla dek giden tarihi olan Myra'daki antik tiyatro Likya'daki en büyük tiyatroymuş. Mermerlere işlenmiş, bir insan yüzünden daha büyük boyutlarda maske motifleri benim en ilgimi çeken şey oldu. Ayrıca tiyatroya giriş merdivenleri de devasa ve hayli yüksek. Kendisi gibi görkemli bir de giriş kapısı var.

Antik tiyatronun hemen yanı başındaki kral mezarları da hayli dikkat çekici ama her yerde olduğu gibi içeri girilmesi engellenmiş. Taraçalar halinde yükselen yanyana dizilmiş pek çok kaya mezarı var. Bunlarda kabartma ve freskler olduğunu okudum ama yakından fazla inceleyemediğimiz için göremedim.

Daha sonra öğlen yemeği molası vermek üzere turların uğrak yeri olan bir restoranda 4 milyon TL kişi başı ücret ödeyerek açık büfe doyduk. Hemen ardından, turistlerin akın ettiği St. Nikolas Kilisesini görmeye gittik. (Bazı tarihi ören yerlerinin korunmuş, korumalı, bazılarının ise kaderine terkedilmiş olması insanı hakikaten üzüyor).

Demre'nin yurtdışında özellikle bilinmesinin sebebi aslında Aziz Nikolas'tan (bizde daha sempatik haliyle bilinen Noel Baba'dan) ötürüdür. Aziz Nikolas'ın Demre'de yaşamış ve ölmüş olması (M.S. 4.yy), adına yapılan kilisede bir lahite gömülmüş olması burayı bir turizm merkezi yapmış. Şu an kilisenin içinde bir apsis içerisine yerleştirilmiş mermer lahitin O'nun mezarı olduğuna inanılıyor. Ancak lahdi çok daha sonra kırılarak kemikleri İtalya'ya kaçırılmış, bazı kalanları ise Antalya Müzesi'nde sergilenmekte imiş.

Bugün artık çocukların koruyucusu aziz olarak kabul görmüş Noel Baba için her yıl ölüm yıldönümü olan 6 Aralık'ta anma ve barışa çağrı organizasyonları düzenleniyormuş.

Demre'yi de bu geceyi geçirmek için çekici bulmadığımızdan Kaş'a doğru yönelmeye niyet ederek yola çıktık. Finike'den itibaren batıya doğru ilerlerken gördüğümüz en yaygın şey seracılık. Azalan narenciye bahçelerinin aralarına girmiş naylon bahçeler sıra sıra uzanıyor.

Kaş sapağına 10 dakika mesafemiz kalmıştı ki ani bir karar değişikliği ile Kekova'ya gitmeye karar verdik. Sapaktan girdikten sonra sizi karşılayan belde Üçağız Köyü. Ne yapacağınızı, nereye gideceğinizi bilemediğinizden hemen yardıma koşuyorlar: "otopark şu tarafta". Otoparka girdiğinizde ilk kez buraya geldiğiniz o kadar belli oluyor ki hemen yerli bir vatandaş gelip "pansiyon lazım mı ?" diye soruyor. Önceki Adrasan tecrübemizden ötürü fazla dolaşmayıp ilk baktığımız yer fiyat ve kullanım açısından beklentilerimizi karşılıyor ise tutmaya karar veriyoruz. Burada da öyle oldu. Hemen otoparkın arkasına düşen, denize sıfır (denize buradan girilmiyor) bir pansiyonda kaldık: Gönül Pansiyon.

Burası bir balıkçı kasabası. Denize kıyısı olacak, hemen arkasından dağ bayır yükselecek de tarım mı yapacak! Aslında arkasını yasladığı dağların müsait yerlerinde sera da var.

Doğal bir liman olmuş Üçağız; önünde gelişigüzel dizilmiş adalar, sevimli küçüçük bir koy. Henüz ana yoldan yokuş aşağı inerken manzarasından belli ne kadar güzel olduğu! İlk gün buraya varmamız zaten ikindi vaktini geçtiği için ertesi gün de Simena (Kaleköy) ve Kekova ziyaretlerimizin ardından bir gece daha kalmayı planlıyoruz.

Turizm bu köye de renk getirmiş, küçük de olsa yeni iş kapıları açmış. Kadınlar boncuk dizerek kolye, künye, halhal gibi aksesuarlar, deniz minareleri ile işlenmiş bandana, eşarp, bluz gibi giyecekler yapıp satıyorlar. Pansiyonculuk, tekne turları, restoran işletmeleri önde olmak üzere ilave gelir olmuş.

Üçağız köyünün merkezi o kadar küçük, restoran seçenekleri o kadar sayılı ki on dakika içinde hepsini görüp nerede yiyeceğinize karar verebilirsiniz.

Samimiyetten, küçük ortamların verdiği zevkten büyük mutluluk duyanların kesinlikle görmesi gereken bir yer. Ama 1-2 geceden fazla kalınırsa sıkılabilirsiniz çünkü burası gece hayatı alternatifleri , denize girme imkanları olmayan bir köy. Burayı esas aktif kılan da hemen yanıbaşındaki Kekova Batıkkenti ve hemen arkasında komşusu olan Kaleköy, daha bilinen adı ile Simena. Yakın mesafede bulunan Kaş ve Kalkan gibi diğer beldelerden günübirlik tekne turları için yoğun bir turist akışı oluyor.

Bir balıkçı köyünde akşam yemeğinde ne yenir? Tabii ki balık. Ama biz nedense balık değil de mezeler ile karın doyurduk. Balık iştahımızı ertesi akşama saklayalım.

Bugünün yorgunluğu çok oldu. Ertesi gün de tekne turuna çıkacağımızı düşünerek dinlenmeye erken çekiliyoruz.