Dağ Açılıyor!
Etrüsk Mezarları Nasıl Bulunuyor?
Herculanum'da uygulanan tünel açarak kazı yapma çağı çoktan kapandı. Günümüzde arkeolojik araştırmalar yapılırken en modern tekniklere başvuruluyor. İngiltere'de, 1968'de, fiziğin son buluşlarından yararlanan bir âlet, "protonlu magnetometre" yapıldı. Bu alet, yer altında belirli bir mıknatıs özelliği taşıyan pişmiş topraktan ya da madenî eşyaya karşı duyarlık gösterir. Bu sayede, Milano'daki Lerici Vakfı'nın arkeolojik araştırmalar şubesi, Roma yakınındaki Tarquinia'da, yüzlerce Etrüsk mezarının yerini belirlemeyi başardı. Bu mezarlar, duvarları günlük hayatın sahnelerini gösteren, renkleri hâlâ canlı resimlerle süslü yeraltı salonları şeklinde yapılardır. Lerici Vakfı'nm mühendisleri mezarın girişini bulmak için, toprağı kazmakla boşuna vakit kaybetmemek ve de özellikle, mezarı dışarının havasına maruz bırakmamak amacıyle, yeri mezar boşluğuna kadar motorlu bir sonda ile kazıyorlar. Sonra bu delikten içeriye mezar salonunu aydınlatacak bir lamba ve salonun tüm duvarlarının fotoğrafını çekecek bir objektifle donatılmış bir periskop sokuluyor. Etrüsk resim sanatının, en güzel koleksiyonlarından birini gözler önüne seren Olympiades'lerin mezarı, 1958'de böyle bulunmuştu.
Bir Kıyamet Manzarası
Şurada, bir bahçeyi çevreleyen 24 sütunlu iç avlusu ve danseden bir Roma tanrıçası heykelinin süslediği bir atrium'u ile gerçek bir saray yükseliyor. Çılgına dönmüş insanlar buraya sığınırken, evin sahibesi, aceleyle topladığı bir miktar mücevher ve parayla oradan kaçmayı deniyor; ama, ateş sağanağını görünce, irkilerek geriliyor ve bir başka odaya koşuyor. Fakat o sırada çöken çatının altında kalıyor. Diğerleri, dumandan boğulup ölüyorlar.Paquis Proculus'un evinde ise, yedi çocuk, oyuna daldıkları bir sırada, üst katın yıkılmasıyle enkaz altında ezilerek can veriyor. Sepulcrum sokağındaki bir şarap satıcısı, ailesini bir revakın altında düzenlenmiş, sağlam kemerli bir mahzende topluyor. Kucağında bir çocuğuyle karısı, oğlu ve kızı oradalar. Kendisi ise, peşinde gümüş takımları yüklenmiş bir köleyle, denize doğru kaçmanın mümkün olup olmadığını görmeğe gidecek. Baba, daha eşiğe varmadan, yanardağ taşlarının altında kaldı. Mahzende, ailenin diğer kişileri, her yere giren küller gözlerine dolarak, cansız yere düşüyorlar. Henüz gençliğinin baharında olan kızı, korunmaya çalışmak için gömleğini başına atıyor, ama boşuna. Biraz daha uzakta, bir cenaze şölenine katılan insanlar, yemeklerini yemek üzere uzandıkları yataklarda boğularak ölüyorlar. Sokakta, ne yana bakılsa hep aynı korkunç manzara. Bir kadın, mücevherleri, aynası ve peşinden gelen üç hizmetçisiyle birlikte, ıslak küllerin içine gömülüyor. Daha ötede, kurtulduklarını sanan insanlar görülüyor; denize ulaşmayı başardılar. Ama, deniz öyle kudurmuş ki!.. Ve işte, evlerine dönüyor ve orada, ölümle kucaklaşıyorlar. Bir başka yerde, tapınağın ağır hazinelerini yüklenmiş İsis rahibi, Abundantia sokağında düşüyor ve bir daha kalkamıyor. Bir kısım halk, taş yağmurundan korunmak için, evvelce gençlerin beden eğitimi yaptıkları palaistra'nın sundurması altında toplanıyor. Ama, sundurma ansızın çöküyor ve zavallıların çoğu eziliyor. Ne yana bakılsa, evleri, sokakları, meydanları, sur kapılarıyle hayat dolu bir şehir, muazzam bir mezarlığa dönüyor. Yanardağın püskürmesi iki gün sürecek. Üçüncü günün sabahı, rüzgâr, kül bulutlarını dağıttığı zaman, Vezüv'ün eteğinde bir yeşillik denizi meydana getiren ve Roma'ya, hattâ Siria'ya kadar uzanan bütün o iç açıcı kırların, lavlardan ve küllerden oluşan yürek karartıcı bir örtü altında kaybolduğu görülecek. Bir gün içinde iki şehir, Herculanum'la Pompei ve altı kasaba, canlılar tarihinden silinmiştir.
Yukarıda: Gece olmuş: küçük bir sefayla kapalı bahçeye açılan yemek salonunda (triclinium), ev sahipleri misafirleriyle birlikte yerlerini almışlar. Kandillerin emzikleri üstünde danseden alevlerin ışığında, tıpkı günümüzde olduğu gibi yiyor, içiyor, konuşuyorlar. Ne var ki, bizlerden belki de daha titiz ve ince olan Romalılar, yemekleri yerken yataklara uzanırlardı. Ayrıca, başlarına çiçek ve yapraklardan çelenkler takmayı da severlerdi. Yemeklerin en uzunu, en zengini olan akşam yemeği (cena), çok defa bir şölen şeklini alırdı. Herkes bu yemeğe en güzel giysileri, en göz alıcı mücevherleriyle katılırdı.