Tutankhamon'un Altınları
İnanılmaz Bir Manzara
Carter'ın bu keşifleri anlatan yazısının her satırı duyduğu heyecanla yüklüdür: hemen önünde, kapıyı mühürleyip kapatmak için kullandıkları harçla yarıya kadar dolu bir kupa ve isten, kararmış bir kandil duruyordu; daha yeni sürülmüş gibi taptaze duran boyaların üzerindeki parmak izlerine bakınca biraz önce burada birileri varmış diyebilirdi insan; zaman ortadan kalkmış, aradan sanki otuz iki yüzyıl değil sadece birkaç gün geçmişti. Arkeologların ciğerlerine çektikleri hava bile, hırsızları suçüstü yakaladıktan sonra mezarı kapatmağa gelen adamların solundukları aynı havaydı. Bu hırsızlık olayı Ramses VI'nın mezarı yapılmadan önce geçmişti herhalde; çünkü mezarın yapımında çalışan işçilerin evleri, Tutankhamon'un mezarının bir daha açılmak üzere kapatılmış girişinin üstünde kurulmuştu: demek ki üç bin yıldan fazla zaman geçmişti aradan! Salona bir elektrik lambası getirdikten sonra görebildikleri eşyalara gelince, bir teki bile bunca kazıya değecek kadar değerliydi! Eski bir tavan arasını andıran o koca salonda neler yoktu ki: yanları garip hayvanlar biçiminde yontulmuş ve altınla yaldızlanmış tahta koltuklar, altın kakmalı bir taht, çok zarif oymalı sandalyeler, hayvan başlarıyla süslenmiş, pek şatafatlı üç muhteşem karyola, boyalı ya da taş kakmalı sandık ve kutular, kutsal eşyaların saklandığı çok zengin süslemeli siyah çekmeceler, üstüne zarif motifler işlenmiş altın yaldızlı bir araba ve onun sökülerek kasadan ayrılmış tekerlekleri, bitümlü ağaçtan yontulmuş ve üstlerine altın süsler takılmış insan boyunda heykeller, çeşitli kaplar, lotus biçiminde kaymaktaşından kupalar. Burasının büyük odaya açılan bir sofa olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu.
Salonun dibindeki kapının arkasında onları bekleyen daha başka hazineler vardı. Kapıyı açıp yerine sağlam bir tahta parmaklık taktırdıklarından beri arkeologlar ikinci odayı araştırmak için yanıp tutuşuyorlardı, fakat bilim adamlarının temel niteliklerinden biri de sabırdı. Carter ile Carnarvon ise bundan yoksun olmadıklarını göstermişlerdi. Arkeologlar, işlerini büyük bir titizlikle planlamaya başladılar: Ramses VI'nın mezarı, kimyacıların, fotoğrafçıların ve ressamların çalıştığı bir laboratuvar haline getirildi. Bütün buluntular kataloglanıp resmi çizildikten ve fotoğrafları çekildikten sonra mezardan dışarı çıkarılıyordu. Bu çalışmalar sırasında arkeologlar, buna ek bir oda daha buldular ve vaktiyle hırsızlar tarafından açılmış bir delikten içeriye bir göz attılar: yağmacılar hazineleri alamadan kaçmak zorunda kaldıkları zaman herşeyi öylece karmakarışık bırakmışlardı. Bu odayı daha sonra incelemeye karar verdiler. Mezar odasının giriş kapısı olması gereken mühürlü kapının açılmasına ancak ertesi yılın şubat ayında sıra geldi. Arkeologlar, yirmi kadar davetliyle birlikte, baştan başa altınla bezenmiş, altı metre uzunluğunda, üç metre eninde ve üç metre yüksekliğinde dev bir katafalkın önünde bulunuyorlardı şimdi. Bu katafalkın çifte kapısı açılınca, içinden ikinci bir katafalk çıktı; bunun kapısı hem kilitli, hem mühürlüydü. Demek ki mezar yağma edilmemişti! Odanın içinde ayrıca gümüş bir trompet, güneşin hergün gökyüzünde yolculuğa çıktığı kayığın altın kürekleri ve yaprakları kurumuş bir persea demeti vardı. Mezarın içinde de kaymaktaşından çanaklar, tokmaklar, tören asaları buldular. Mühürlü katafalk açılınca bir üçüncüsü, onun da içinden bir dördüncüsü çıktı. Dört köşesinde de kanatları iki yana doğru açılmış birer kabartma tanrıça figürü bulunan, kuvarsitten yapılmış lahit, bu son katafalkın içindeydi. Kutsal kalıntıların saklandığı kaplar öylesine ince ve narindi ki, hepsini bir bir özenle çıkarıp lahde ulaşabilmeleri için aradan üç aya yakın zaman geçti. Ve bu arada, mezar odasının biraz ötesinde, çok değerli eşyalarla dolu yeni bir oda bulundu: heykeller, sandıklar, bir araba, tekne modelleri, minyatür tabutlar, değerli ağaçlardan ve fildişinden yapılmış çekmeceler, üstünde koruyucu tanrıçaların altın yaldızlı zarif heykelcikleri bulunan bir kanope (mumyalanan ölünün iç organlarını saklamağa yarayan değerli kaplar) sandığı, bu odadaki hazinenin sadece birkaç parçasıydı.
Zengin Mısırlı kadınlar, zamanlarının çoğunu süslenmeye ayırırlardı: sırtlarına, İnce dokunmuş ketenden bol bir elbise giydikten sonra, tepesini kokulu balmumundan bir koni oturtulmuş gösterişli bir peruk takarlardı; göz kapaklarına da ışıktan korunmak için antimonlu bir krem sürerlerdi.