Tutankhamon'un Altınları
Mezar Yağmacıları Davası
Anlaşıldığına göre, Eskiçağ Mısır'ında mezar yağmacıları çoğu zaman hiçbir ceza görmeksizin bütün kral mezarlarına el uzatmışlar. Bununla birlikte, arkeolojik kazılarda, soygunculara karşı açılmış davaları anlatan pek çok "papirüs" bulundu. Söz gelimi, Milâttan önce XII. yüzyılın sonlarında, XX. hanedanın sondan bir önceki kralı olan Ramses V zamanında açılmış bir davanın belgeleri elimizde bulunuyor. Bu belgelerden anlaşıldığına göre, yakalanan sekiz suçlunun ellerine ve ayaklarına sopalarla vurarak önce onları itirafa zorlamışlar. Suçlular da, XVIII. hanedandan bir kral ve bir kraliçenin mezarına, yağma amacıyle, duvarı delerek girdiklerini itiraf etmişler. Anlattıklarına göre, tabutları açmışlar ve "kralın yüce mumyası "nı bulmuşlar. Boynundaki altın süsleri ve tılsımları, altın maskesini, altın ve gümüşle işlenmiş, değerli taşlarla süslü elbiselerini almışlar. Kraliçenin mumyasını da aynı şekilde soyduktan sonra tabutları ateşe vermişler ve mezarın içindeki altın, gümüş ve tunçtan yapılma bütün eşyaları çalmışlar. Soruşturmayı yürüten görevliler, yanlarına hırsızları da alarak yağma edilen mezarlara geldikleri zaman, suçluların daha başka mezarları da soymuş olduklarını gördüler. Yağmacılar mumyaları tabutların içinden çıkarıp, sargıların arasına iliştirilmiş en küçük bir muskayı bile kaçırmamak için bütün sargılarını açmışlar ve bez şeritleri öylece yerde bırakmışlardı. Bu dava yıllarca sürdü. Ne yazık ki, suçlulara verilen cezayı öğrenmemizi sağlayacak olan metnin son bölümü elimizde değil. İşin en şaşırtıcı yanı, Mısır dininde yeryüzüne inmiş birer tanrı olarak tanıtılan kralların mallarına bu hırsızların nasıl olup da el sürebildikleridir.
Mısırlılar, Nil deltasındaki bataklıkları kaplayan sık papirüsler arasında avlanmayı severlerdi. Buraya aileleriyle birlikte gelir, papirüs saplarından yapılmış hafif sandallarına binerek dolaşırlardı. Uzun bir sırıkla yürütülen bu tekneler nilüferlerin arasından sessizce kayarken, bitkilerin arasına saklanmış olan ördekler, balıkçıllar ve diğer kuşlar, o ağır uçuşlarıyla havalanıp kaçmaya çalışırlardı: işte o anda avcı, bumeranga benzeyen fırlatma sopasını havaya savurur, Mısırlıların en sevdiği hayvan olan kediler de büyük kuşları yakalamak için üstlerine atılırlardı.
Nefes Kesen Bir Buluş
Carter, 4 Kasım günü, işçileriyle birlikte isteksizce çalışmaya koyuldu. İlk iki gün, altlarındaki toprağı kazabilmek için kulübe yıkıntılarını temizlemekle uğraştılar. Arkeolog, bu 4 Kasım günü kazı yerine geldiğinde, buradan da bir sonuç alamazsa artık araştırmalarına son vermek zorunda kalacağını kara kara düşünüp duruyordu. Üstelik Lord Carnarvon'un bu araştırmalara bir servet yatırdığı ve bütün bu servetin boşa gittiği endişesi de bir türlü aklından çıkmıyordu. Aslında, bulunan bütün eşyaların Kahire'deki Bulak müzesine (bu büyük arkeoloji müzesi geçen yüzyılın başlarında Mariette ve Maspero adlı iki Fransız tarafından kurulup düzenlendi) verileceği daha başlangıçta kararlaştırıldığına göre, Carnarvon'la Carter bu işe atılırken, en ufak bir kazanç payı düşünmemişlerdi. Onları sürükleyen tek şey, bilim ve sanat aşkıydı. Carter, Ramses VI'nın mezarına doğru yürürken bu başarısızlıktan başka hiçbir şeyi düşünemeyecek haldeydi. Bu yüzden, kazı yerine ulaştığı an duyduğu o ilk şaşkınlığı ve sonra o heyecanı hayal etmek çok güç....O sabah kazı yerinde onu ilk karşılayan ağır bir sessizlik oldu; çünkü bütün işçiler çalışmayı bırakmış, iki gün önce ortaya çıkardıkları kulübenin yanında toplanmışlardı. Howard Carter, olağanüstü bir şeyler döndüğünü hemen anladı. Yüreği küt küt atmaya başladı. Onun geldiğini gören işçiler, kendisini selamlamayı bile unutarak, biraz önce temizledikleri kayalığın içine kazılmış bir çukuru gösterdiler. Carter bu çukura doğru eğilip bakınca, kayanın içinde basamaklar halinde oyulmuş bir geçit gördü ve bunca zamandır aradığı şeyi nihayet bulduklarını hissetti. Hemen işe dört elle sarıldılar; ancak ertesi gün akşama doğru, bir merdivenin ilk basamakları ortaya çıkmıştı. Artık arkeologun en ufak bir kuşkusu yoktu: şu anda bir mezar girişinin önünde bulunuyordu! İşçiler kazarak ilerledikçe, merdivenin öbür basamakları da belirdi ve en sonunda karşılarına, kapalı ve mühürlü bir kapı çıktı. Evet, mühürlüydü: mezarın yağmalanmadığını gösteren kesin bir işaretti bu! Carter'ın kalbi heyecandan durmak üzereydi. Mührün üzerine bir çakalla dokuz tutsak resmedilmişti. Bütün Teb firavunlarının mezarlarında bulunan mühürler gibi gerçek bir krallık mührüydü bu. Bir kral mezarı, hem de yağma edilmemiş bir kral mezarı! Carter, gözlerine inanamıyordu. Kapının etrafındaki taş ve toprağı biraz daha temizleseler, bunca yıldır büyük bir inanç ve ihtirasla aradığı kralın, Tutankhamon'un mühürlerini görebileceğini biliyordu. Fakat karanlık basmıştı. Çalışmaları durdurup kapının önüne nöbetçiler koydu. Ertesi gün de kazdıkları yeri tamamıyle doldurtup eski haline getirdi. Dostu ve dayanağı Lord Carnarvon yanında olmadıkça kazılara devam etmek niyetinde değildi. Londra'ya, Carnarvon'a bir telgraf çekip hemen gelmesini istedi. Arkeologla koleksiyoncunun, yeniden açılıp temizlenen galeride, aynı kapının önünde yürekleri çarparak buluşmaları için on beş gün daha sabretmeleri gerekmişti; üstlerine o bekledikleri adın. kazılmış olduğu "kartuşları", oval biçimdeki kral mühürlerini hemen buldular. Fakat aynı anda, vücutlarını bir ürperti kapladı; mumyaların gömülmesinden sonra kapının açılmış olduğu çok beliydi, demek ki mezar yağma edilmişti. Üstelik, galeride buldukları çanak çömlek kırıkları ve üzerlerine daha önceki firavunların adları yazılmış kutsal domuzlan böcekleri de bir mezarla değil, olsa olsa birkaç mumyanın saklandığı gizli bir odayla karşılaşacaklarını akla getiriyordu. Biraz daha ilerlediler. İlk kapıdan sonra galeri bir eğimle devam ediyordu. Yere saçılmış kırık küpler, boyalı çanaklar buldular. Bütün bunlar, yağma sırasında bırakılmış bir mezar eşyasının kalıntılarına benziyordu. Nihayet ikinci bir kapının önüne vardılar. Onu da açıp girince, boş bir odadan sonra üçüncü bir kapı çıktı karşılarına; kapı mühürlüydü, ama açılmıştı: şimdi üç haftadır kafalarını kurcalayan o asap bozucu bilmecenin anahtarının bu kapı ardında olduğunu biliyorlardı. İşçiler kapının altındaki son molozları da temizlerlerken, zaman hiç bitmeyecek kadar uzun geldi Carter'a. Nihayet heyecandan titreyerek, demirden bir çubukla kapının yukarısında genişçe bir delik açtı ve yanan bir mumu bu delikten içeriye soktu: böylece içerdeki havanın zehirli olup olmadığını anlayabilirdi. Karanlık salondan gelen sıcak esinti mumun alevini titretti ve delikten içeriye bir göz atan Carter, karanlığa alışmcaya kadar bir süre bekledi. Sonra ansızın içerisini gördü ve şaşkınlıktan dili tutulmuş gibi öylece kaldı. Carnarvon, endişeli bir sesle sordu: "Bir şey görebiliyor musunuz?" Carter, nefesi kesilmiş gibi: "Evet, hârika bir şey!" diye fısıldadı.