Savaş Ustaları Asurlular
Kilden Bir Kitaplık
1850 yılının ilkbaharında yardımcısı Hormuzd Rassam ile birlikte çalışmağa başlayan Layard, odalardan ikisinde, sarayı yerle bir eden yangın sırasında kavrulmuş kil tabletler bulduğu zaman, üstlerinde çivi yazısıyle yazılmış metinler yer alan bu pişmiş toprak parçalarına pek dikkat etmemişti. Çoğu kırılmış olan binlerce tablet özenle toplandı, sonra British Museum'a gönderildi. Bir zamanlar kâğıt para klişeciliği yapan, kendi kendini yetiştirmiş George Smith adında bir meraklı, bu tabletlerden birkaçını okumaya başladığı zaman aradan yirmi yıl geçmişti. Ve böylece, tarihin sonsuzluklarına karıştığı sanılan koca bir uygarlık, Asur ve Babillilerin din, tarih, bilim ve edebiyat dünyası bu tabletler sayesinde gün ışığına çıktı. Layard'ın, ne büyük bir önem taşıdığını hiç düşünmeksizin bulduğu bu tabletler, Asur'un son büyük kralı Asurbanipal eliyle derlenmiş gerçek bir kitaplıktır. Bu metinler arasında, mitoloji kahramanı Gılgamış'-ın destanını anlatan çok değerli bölümler vardır. Asurbanipal'in kitaplığı, bütün Mezopotamya uygarlığına ışık tutmuş, Dicle ile Fırat arasındaki bozkırlarda yükselen höyüklerden Botta, Place, Layard ve Rassam'ın çıkardıkları binlerce eşyaya ve heykele hayat vermiştir; bütünüyle özgün ve son derece zengin olan bu uygarlığa, bugünün çağdaş uygarlığı çok şey borçludur.
Kanlı Çatışmalar
Botta'nın bulduğu hazinelerin Louvre'a taşınmasında hiçbir güçlükle karşılaşılmamıştı; oysa, 1856 yılında Louvre müzesine ulaşan sandıkların taşınması büyük olaylara, kanlı çatışmalara yol açtı. Uğranılan kayıplar onarılacak gibi değildi. Musul'daki Fransız konsolosluğunda Botta'nın görevini 1852'de Victor Place devralmış ve kazıları daha yöntemli bir biçimde sürdürmeye başlamıştı. Kazıları başlatan ilk diplomat, Horsâbâd'daki dev sarayın ancak 14 salonunu açıp inceleyebildiği halde, ikinci diplomat 186 salonunu, ayrıca sarayı süsleyen 31 kadar iç avluyu ya da meydanı temizletip boşalttı. O tarihten bu yana hiçbir arkeolog, on hektardan daha geniş bir alana yayılan bu saray yapılarından (Milattan önce 713 ile 707 yılları arasında kuruldu) daha büyük ve daha değerli bir yapılar bütününü ortaya çıkaramamıştır. Botta, kazıları sırasında, İbranilerin kerubini'lerine (sonradan da Hıristiyan sanatındaki kerubi'lere) örnek olan çok sayıda insan başlı boğayla, kanatlı cinleri, efsane kahramanlarını (bir aslanı kollarıyle sıkan Gılgamış), savaş ve av sahnelerini, Asur'un egemenliğini kabul etmiş ülkelerin temsilcileriyle Asurlu devlet görevlilerinin törenlerini gösteren pek çok kabartma bulmuştu. Buna karşılık Victor Place, daha geniş bir yüzeyi kazdığı halde, Botta'dan daha az sayıda büyük boyutlu heykel çıkarabildi. O daha çok, taşınması kolay, küçük sanat eserlerini topladı ve buluntularla 150 kadar sandık doldurdu. Ayrıca, herbiri 32 ton çeken insan başlı iki boğa ile kanatlı cinlerin işlendiği iki alçak kabartmayı Louvre'a ulaştırması gerekiyordu. British Museum'a ve Berlin müzesine gönderilmek üzere sandıklanmış, başka kazılardan çıkarılan buluntularla birlikte, kelek denilen büyük sallara yüklenen bu değerli hazine - toplam 235 sandık - Avrupa yolunu tuttu. Ancak, daha kazılar sırasında şeyhlerini hediyelere boğdukları halde, ırmağın iki kıyısındaki Arap aşiretleri onlara pek de dostça davranmıyorlardı. Nitekim, Dicle ile Fırat'ın birleştiği yere birkaç kilometre kala, kafileye saldırdılar. En baştaki sal devrildi; taştan bir boğa heykelini taşıyan keleklerden biri alabora oldu; kanatlı cini taşıyan kelek ise karaya oturdu, heykel de sulara gömüldü. Kafileden yalnız iki sal varacakları yere sağ salim ulaşabilmişti, fakat ikinci boğayı taşıyan sal da tam iskeleye yanaşırken yükünü devirdi; boğayı dip çamurlarından kurtarabilmek için tam dört ay uğraştılar. Sonunda, Asur sanat eserlerinin sadece küçük bir bölümü Louvre'a ulaşabildi.
Bir Avukat Katibi
Botta'nm Asur hazinelerini dünyaya tanıtmasından birkaç yıl önce, Londra'da fakir bir genç, bir avukatın yanında kâtip olarak çalışıyordu. Adı Henry Layard'dı ve yirmi yaşlarındaydı. Bütün gününü "kâğıt üstüne yazı döktürmekle" geçirdiği o dört duvar arasında, Doğu'nun sıcacık güneşli ülkelerine gitmeyi düşlerdi genç adam. Ve sonunda, böylesine iç karartıcı bir yaşantıya daha fazla dayanamayacağı gün gelip çattı. Bütün bağlarını koparıp, toplayabildiği bir miktar parayla Doğu'ya hareket etti. Amacı Hindistan'a kadar uzanmaktı. Bu düşünceyle Filistin'i, Ürdün'ü, Suriye'yi, İrak'ı, İran'ı baştan başa dolaştı ve Hindistan'a varmak üzereyken, Yakındoğu ülkelerinin özlemi daha ağır bastı. Yolunu değiştirip önce istanbul'a geldi. 1842'de Musul'a geçti ve orada Botta ile tanışınca, içindeki arkeoloji tutkusu iyiden iyiye bilinçüstüne çıktı. İstanbul'dayken ingiltere büyükelçisiyle dostluk kurmuştu ve Layard'ın arkeolojiye duyduğu hevesten, bilgisinden çok etkilenen büyükelçi onu önce yanına almış, sonra da ilk kazılarının giderlerini karşılamayı kabul etmişti; Layard 1845'te, Musul'un güneyinde, Dicle kıyısındaki Nemrud tepesinde bir şantiye kurdu; Ninova'nın bu tepenin altında olduğunu sanıyordu. Daha kazıların ilk gününde, üstüne birtakım yazılar kazılmış büyük kapak taşları buldu ve topraktan pek çok alçak kabartma çıkardı. O dönemde, kazı yerinde bir kamp kurarken, akla gelebilecek bütün güvenlik önlemlerini almak gerekiyordu. Layard kendisine tahtadan ve kilden bir ev yaptırdı. Bütün şantiyenin etrafını, topraktan kalın bir duvarla çevirtti. Bedevilerin saldırılarını püskürtebilmek için bütün işçiler silahlıydı. Layard, kazıları boyunca böyle bir saldırıya uğramadı, ama ilk büyük buluşunun hemen ardından, halkla başı derde girdi. Bir sabah, dolu dizgin at koşturan iki Arap, Layard'ın yanına gelip onu acele kazı yerine çağırdı. Biraz önce Nemrud'u çıkarmışlardı topraktan. Bu Nemrud, kutsal kitapların çoğunda adı geçen, bazı kaynaklarda Ninova kentinin ve bir Babil imparatorluğunun kurucusu olarak gösterilen efsaneleşmiş bir kişiydi. Layard, kazı yerine inince, üst üst binen üç boynuzla süslü bir taç giymiş, dev boyutlarda bir insan kafası gördü; gövde henüz toprağın altındaydı ama, Horsâbâd'dan çıkarılan heykellerdeki gibi kanatlı bir boğayla karşılaşacağını hemen anladı. Haberi duyup gelen öbür Araplar, Nemrud'un, İbrahim peygamberi ateşe attıran, Nuh peygamber ve Hz. Muhammed tarafından lanetlenmiş tanrı tanımaz bir kral olduğunu söylediler. Bu arada, Araplardan biri dörtnala Musul'a gidip Nemrud'u bulduklarını haber vermiş, bu haber halk arasında büyük bir tedirginlik ve heyecan yaratmıştı. Musul paşası, kazıların hemen durdurulmasını emretti. Sonunda arkeolog, bunun ne Nemrud'la, ne de Kur'an'da adı geçen kişilerle ilgili bir kalıntı olmadığını, sadece bir boğa heykeli olduğunu kanıtlayarak kazılarını sürdürdü. Layard, Asur'un ikinci başkenti olan eski Kalan kentinde, dört ayrı krallık sarayının bazı bölümlerini toprak üstüne çıkardı. Botta'nın araştırmalara daha yeni başladığı Kuyuncik'te birkaç sonda yapıp bıraktı, fakat 1849-1851 yılları arasında Kuyuncik kazılarına yeniden girişti; bunun üzerine British Museum, Layard'ın bütün çalışma giderlerini karşılamayı üstüne aldı. Uyguladığı yöntemler ve çalıştırdığı kalabalık bir işçi ordusu sayesinde Layard, son Asur krallarından biri olan Sanherib'in yaptırdığı sarayın 71 odasını çok kısa bir sürede boşaltmayı başardı. Bu saraydan, British Museum'a 2000 kabartma ile 10 tane kanatlı boğa kazandırdı
Aslan avı, Asur krallarıyla derebeylerinin en büyük eğlencesiydi. Bu av eğlenceleri, Asur ülkesini kuzeyden ve doğudan sınırlayan dağların hemen eteklerindeki bozkırlarda yapılırdı. Aslanların çok bol olduğu bu bölgede Asurlular araba üstünde avlanırlar, içlerinden en korkusuzları ise atla katılırlardı ava; aslında, süvari birliklerini kuran ilk halk da Asurlulardır. At üstünde aslan avlamanın tehlikeleri, bu sporu, korkusuz Asur prenslerinin gözünde daha da çekici hale getiriyordu.