Angkor, Ormandaki Tapınaklar
Doğunun Büyük Bir Şantiyesinde Kazılar
Doğunun büyük arkeolojik bölgelerinde yapılan arkeolojik araştırmalar, akılcı bir düzenlemeyi gerektirir ve sonuç olarak çok pahalıya çıkar. Bu araştırmalar, masrafları devletçe karşılanan tam teşkilâtlı "heyetler" tarafından yürütülür. Heyetler az ya da çok kalabalık olabilir, ama en azından heyet başkanı tecrübeli bir arkeolog, birkaç yardımcı arkeolog, bir fotoğrafçı, bir mimar ve bir eski yazıtlar uzmanını içine alır. Bazı büyük Amerikan araştırma heyetleri, pek çok uzmandan meydana gelir; ama bunların sayısı azdır. Kazıya girişmeden önce, kazı bölgesinin hemen yanında, daimî bîr kamp kurmak gerekir. Bu kamp, sağlam ve geçirimsiz malzemeden yapılmış çadır veya evlerden oluşabilir. Heyetin karşılaşacağı en büyük zorluk, kimi zaman çölün ortasında kaybolmuş olan bölgenin ıssızlığıdır. Şu halde, su ve yiyecek teminini dikkatle organize etmek gerekir. Bu işler, Anglosaksonların "foreman" adını verdikleri şantiye şefine bırakılır. Onun görevi, ayrıca, İşçi bulmak, kazıdan çıkan ağır nesneleri nakletmek ve küçük parçaları sandıklamaktır. Bu iş için tercihan o ülkeden bir adam seçilir; zira yerel dili bilmek zorunludur. İşçiler de o mahalden alınır, işçi sayısı, kazılacak bölgeye ve heyetin malî olanaklarına göre değişir. Yüzyılımızın başında H. de Genouillac, Kiş'te (Sümer) 130 işçi kullandı. Oysa İran'da. Sus'ta 1200 kol işçisi kullanmak isteyen H. de Morgan, onları büyük gruplar halinde örgütlüyordu. Profesör Parrot, Fırat üzerindeki Mari kazılarında, kazmacı, kürekçi ve çıkan toprağı aktaran küfe hamallarıyle bir ekip şefinden oluşan 231 adam tutmuştu.
Kelebek Avının Sürprizleri
Monhot ve arkadaşları, kıvrıla kıvrıla akıp giden bir derenin sık sık kestiği dar bir patikayı izliyorlardı. Ansızın yerde, işlenmiş taş parçaları gördüler. Monhot, bütün soğukkanlılığına rağmen, o anda oldukça heyecanlandı ve adımlarını sıklaştırdı. Ve birden, bitki örtüsünün üstünde, baştan başa heykellerle süslü, koni biçiminde kuleler beliriverdi. Yüksek bitkiler ve sık dikenlikler açılıp aşılınca, araştırmacılar kendilerini taş döşemeli, açık ve düz bir alanda buldular. Alan, zarif kavisli ve kapıları tamamen açık bir sıra anıtın önüne kadar gidiyordu. Bu yerlere canlılık veren sadece maymun ve kuş sesleriydi. Harabelere doğru heyecandan titreyerek, koşarcasına ilerlediler. Upuzun giriş yollarından geçtiler, merdivenleri tırmanıp anıtlara girdiler. Anıtların içi, sıcak bir alacakaranlığa gömülmüştü. İki yanında bağdaş kurmuş, tehditkâr bakışlı cin heykelleri bulunan dehlizleri aştılar ve tavanları çökmüş galerilere, bitkilere gömülmüş avlulara daldılar. Onların yaklaşmasıyle, kertenkeleler ve yılanlar, güneşte kavrulan taşların arasına kaçtılar; kuşlar daha yüksek dallara uçuştu; maymunlar da daha fazla bağırmağa başladılar. Çinhindili taşıyıcılar, iki Avrupalıyı korku içinde izliyorlardı. Kendilerine bu şehir hakkında sorular soran Monhot'ya, onun devler yahut da göklerdeki cinlerin kralı Pralun tarafından yapıldığını söylediler. Bu cin heykelleri, anıtların üzerinde, tanrılara ve dansçı kadınlara benzeyen zarif silûetli kişilerin heykelleri yanında da görülüyordu. Hemen hemen hepsinin yüzünde, yarı hayvan yarı insan efsanevî varlıkların asık suratlarıyle ya da korkunç başlarıyle çelişen, sakin bir gülümseme vardı. Monhot ile arkadaşı, hayret ve hayranlık çığlıklarını tutamadılar. Arkeolog olup çıkan kelebek avcısı, Angkor adını verdiği bu harabelerde üç hafta kaldı; sonra Bangkok'a dönerek, muhteşem keşfini bildirdi.
Khmer Krallığının Kaynaklarında
Kamboçya'nın Fransızlar tarafından işgali üzerine, Tayland, 1907'de Angkor'u geri vermek zorunda kaldı. Bu tarihten itibaren, Uzakdoğu'daki Fransız okulunun arkeologları, harabelerde incelemeler, kazılar ve onarımlar yapmak olanağını buldular. Aynı zamanda, Khmer krallığını tarihini yeniden canlandırmak amacıyle yavaş bir çalışmaya da girişiliyordu. O sırada, Khmer tarihi olarak sadece birkaç efsane vardı. Bunlardan birine göre, Hint'ten gelen Kambu Svayan Şuva adlı bir prens, Angkor bölgesindeki cinlere, Naga'lara hükmeden bir yılan-kralın, Nagaraja'-nın kızıyle evlendi. Kambu, daha sonra, Kamboçya'ya adını veren Kambujadesa hanedanını kurdu. Bu efsanede, Angkor sanatının Hindu ve Brahman yönünü buluruz. Ama, tarihçilerin yaptığı derinlemesine araştırmalar da bize, vaktiyle Yaçodha-pura adını taşıyan ilk Angkor şehrinin, IX. yüzyıl başında Khmer krallığını kurmuş olan Hintlileşmiş bir kralın, Jayavarman Il'nin halefleri tarafından, aynı yüzyılın sonunda yaratıldığını öğretti. Angkor, yarım binyıl parladıktan sonra terkedildi: Tay savaşçıları tarafından işgal edilen bölgelere pek yakın olması ve sık sık onların baskınına uğraması yüzünden, Khmer kralları, gehri ormana bırakıp gittiler ve saraylarını daha güneyde, şimdiki Phnom-Penh bölgesinde kurdular. Monhot, Angkor'u yeniden bularak, parlak bir başkenti, dört yüzyıllık uykusundan uyandırdı. Şehir, Kamboçyalı sanatçıların kendisine bahşettiği güzelliği, uyuyarak korumuştu.
Yukarıda: Henri Monhot, kampını Ankor'un yanına kurmuş. Kılavuzlar yemeği hazırlıyor, filler de dinleniyorlar.