Muhteşem Sümerler


Kraliçe Puabi'nin öbür dünya yolculuğunda, yani korkunç Tanrıça Ereşkigal'ın hükmettiği yeraltı dünyasına göçerken, beraberinde gelenlerin hepsi onun mezarına kapatılmışlar. Tüten kandiller, olay yerine ışık veriyor ve ölüyle hizmetçilerinin başlıklarını pırıldatıyor. Arka ayakları üzerine dikilmiş iki keçi, efsane kahramanı Gılgamış'ın boş yere aradığı sonsuz hayatı veren simgesel ağaca dayanıyorlar. İki hayvanın vücutlarının mavi kısımları, lacivert taşından yapılmış. Sümerler bu taşı aramak için Orta Asya'ya veya Sina'ya giderlerdi.

Kraliçenin Cenaze Töreni

Ur şehrinin beyaz evleriyle kırmızı tuğlalı surlarının ötesinde, güneş, boz renkli kumun hareketleriyle alçalıp yükselen ufka iniyor. Sarıya çalan dalgalarını şehrin duvarlarına çarpan Fırat üzerinde, siteyi çepçevre saran kanallarda ulaşım durmuş. Sadece açıktan, kuzeydeki efsanevî Uruk'tan ya da kudretli Larsa'dan gelip, Sümer krallığının en eski kentlerinden biri olan Eridu'nun yer aldığı denizkulaklarma giden birkaç yuvarlak kayık geçiyor. Diğer bazı kayıklar da,- Aşağı denize, bugünkü Basra körfezine açılarak, şehirlerdeki soyluların gösterişli hayatı için zorunlu altın, fildişi ve nadir ürünler diyarı Magan'ın ve Melukka'nın esrarlı bölgelerine ulaşacaklar. Öğle sonrasının bu saatinde, başka zamanlar cıvıl cıvıl olan daracık sokaklardan, ara sıra, uzun etekli, başında bir testiyle hızlı hızlı ilerleyen bir kadının silueti, gölge gibi süzülüp geçiyor. Şehrin bu kadar cansız görünmesinin nedeni, halkın kutsal avluda, kral mezarlığının yanında toplanmış olmasıydı: genç Kraliçe Puabi, evvelki gün öldü. Onu kocasının mezarı yanında hazırlanan kabre gömecekler. Cenaze alayı, nöbetçilerin engellediği kalabalık sıraların arasından ağır ağır ilerliyor. Nöbetçiler başlarına deriden yapılma ve bir kayışla çeneye tutturulan sivri başlıklar giymişler. Göğsü kopçalı, ön tarafı yarı açık uzun harmanilerinin altından, sivri püskülleri dizlere kadar dökülen etekleri görünüyor; sağ ellerinde, eğik vaziyette bir mızrak tutuyorlar. Alayın başında müzisyenler yürüyor; kimi kitarasının tellerine vuruyor, kimi gerilmiş deriden yapılmış ve düşey vaziyette tuttuğu kocaman davulunu dövüyor. Arkalarından gelen rahibelerin yaslı şarkılarını vurguluyorlar. Keçi postundan yapılma ve dizlerin altına kadar inen uzun etekler (kaunakesler) giymiş tapınak hizmetçileri, Tanrıya sunulacak bağışları, şarap kaplarını ve kutsal sürülerin çobanları tarafından güdülen boğa ve keçileri kurban etmekte kullanılacak bakır nacakları taşıyorlar. Kraliçenin cenazesi, iki eşeğin çektiği bir arabaya yatırılmış. Ölü, kraliçelik mevkiinin gerektirdiği eşsiz bir ihtişamla süslenmiş: vücudunun üst kısmını altın ve gümüşten boncuklarla ve lâcivert taşı, kırmızı akik, Kadıköy taşı, babakoru gibi kıymetli taşlardan incilerle bezenmiş bir örtüyle örtmüşler; örtünün aşağısındaki püsküller, yine ayn/ taşlardan yontulmuş incilerden yapılma. Başına ağır bir peruk, onun üstüne de taç yaprakları mavi ve beyaz kakmalarla bezenmiş som altın çiçeklerden, gürgen ve söğüt yapraklarından bir başlık takılmış. Alnının üzerine altın çemberler sarkıyor; perukasının lülelerine de ağır burma halkalar dolanmış. Her yerde altın pırıldıyor: kulaklarını süsleyen küpelerde, ölünün yanıbaşına konulmuş mücevherlerde, iğnelerde ve ihtişamlı başlıklarda...

Herkül'ün Atası

Eski Yunanlıların Herakles, Romalıların da Hercules adıyla andıkları Herkül. efsanede, inanılmaz gücüyle olağanüstü başarılar kazanan en yüce kahraman olarak kaldı.
Bu üstün kişinin başkalarına hiç benzemeyen bir niteliği vardı. Başka insanlar arasında ona rakip olabilecek kimse yoktu. Onunla sadece, İncil'deki Samson karşılaştırılabilirdi. Ve işte, Asur ülkesinde yapılan ilk kazılardan başlayarak,güçlü bir üslûbu yansıtan alçak kabartmalar bulundu. Bunlarda, sakallı bir adam, kendinden daha küçük boyda bir aslanı (adamın olağanüstü gücünü belirtmek için öyle olsa gerek) kucağında boğarken görülür. Daha sonra, kahramanı iki yırtıcı hayvan arasında, çıplak ya da giyinik olarak, boğalarla savaşırken, akrep-adamların ortasında gösteren çeşitli tasvirler, dikme taşlar üzerinde, küçük madenî heykeller şeklinde ve özellikle oyma silindirler üzerinde yeniden bulunmuştur.
Asurbanipal'in kitaplığında "Gılgamış" destanının keşfi bu tasvirleri aydınlatıyor. Destanın metni bize, Sümer çağında Urıık'ta hüküm sürmüş efsanevî bir kralı anlatır. Sonsuz hayatı aramak için yolculuğa çıkan Gılgamış, Lübnan'daki Sedra dağında Humbaba deviyle, gökten inmiş kanatlı bir boğayla, sonra da akrep adamlarla savaşır ve onları yener. Kazandığı bu başarılar, ona, Herkül'ün atası; doğu efsaneleriyle değişmiş ve Sümer'de yaşayan Gılgamış'tan esinlenmiş bir Herkül payesini kazandırır.