Keltlerin Kesik Baş Kültü

Efsanevi Tartessos

Maden kaynaklarına hâkim olma yanşı içinde zengin bir Güney İspanya devleti, çok önemli rol oynadı. Bu devlet, başkentinin adiyle, Tartessos olarak bilmiyor. Üç bini aşkın yıl önce, Guadalquivir'in ağzı yakınında kurulmuştu. İncil'de anlatılan efsaneye bakılacak olursa, Sur'dan gelen Fenike gemileri, Hazreti Süleyman için altın, gümüş ve kalay almak üzere Tartessos'a giderlerdi. M.Ö. 600'e doğru, bu devlet seksen yıl hüküm süren kral Arganthonios zamanında en parlak dönemine ulaştı. Arganthonios muhtemelen Kelt'ti; zira adı Keltçede "para babası" anlamına geliyor. Tarîessoslular Kartacalılara karşı Yunanlıların müttefikiydiler. Kartacalılar, 500'e doğru, Vix Kadını zamanında onların kentini yakıp yıktılar. Hemen hemen yüz yıldan beri, arkeologlar, Endülüs'ün bu efsanevî şehrini buİmak için canla başla çalışıyorlar, ama boşuna. 1958'de, Sevilla yakınlarında bir hazinenin bulunması, Tartessos'un esrarını günün konusu haline getirdi. Kolyeler, bilezikler ve diğer altın mücevherlerden oluşan bu hazine, M.Ö. VI. yüzyıla aitti. Öyleyse onu, Kartacalılar tarafından şehri yakılan bir Tartessoslunun kaçarken bıraktığı düşünülemez mi? Her ne olursa olsun, efsanevî şehir belki de Sevilla yakınlarında keşfedilmeyi bekliyor.

Muhteşem Bir Mezar

Rene Joffroy, kazıya girişir. Büyük bir dikkatle ve çok çetin koşullar içinde çalışmak gerekmektedir; zira yağmurlar, araziyi bir çamur deryası haline getirmiştir. Burada stratigrafi yöntemini uygulamak yani toprağı ince tabakalar halinde çıkarıp her tabakayı ayrı ayrı, dikkatle incelemek lâzımdır. Ama, balçık toprağı o kadar çok su emmiştir ki, bir tulumba kullanmak zorunluğu doğar. Yağmura ve bu bölgede görülen acı soğuğa rağmen, arkeologlar işe dört elle sarılırlar. Ve nihayet, bronzdan nesne yavaş yavaş belirir. Bu, sıradan bir eşya değildir. Önce, kocaman bir kıvrımlı kulp ve ardından, olağanüstü büyüklükte bir vazonun tümü ortaya çıkar. Kazıcılar için ne büyük bir şevk kaynağı!.. Böyle bir keşif, daha başka hazinelerin de bulunabileceği umudunu verir. Nitekim, yüz yetmiş saatlik yorucu bir çalışmadan sonra, mezarın -evet, gerçekten de bu bir mezardır- toprağı ve içindekiler boşaltılır. Oradan leğenler, bir bronz testi, bir gümüş kupa, altın mücevherler, bir arabanın bronz parçaları ve güzel bir Yunan kupası çıkarılır. Mezarlık damının çökmesiyle kırılmış olan vazonun da, onarıldıktan sonra, yine Yunan yapısı, çok büyük boyda -yüksekliği 1,64 m, kulpu hizasında çapı 1,27 m ve sığası 1100 litre- bir krater (şarapla suyun karıştırıldığı büyük kap) olduğu görülür. Bu türden bronz vazolar gerçi pek nadirdir, ama, bu büyüklükte ve güzellikte bir kabın dünyada bir eşi daha yoktur. Gerek bu vazo, gerek diğer eşyalar, arkeologlara, mezarın tarihini belirlemek olanağını sağladı. Bazı parçaların kökenine gelince, insanı uzun uzun düşündürüyor: güzel bir altın kolye, hiç kuşkusuz, Karadeniz kıyılarındaki bir Yunan kolonisinden, o tarihte göçebe bir kavmin, İskitlerin yerleştiği şimdiki Rusya sahillerinde kurulmuş sitelerin birinden geliyordu; vazo ise, bir zamanlar Etrüsk uygarlığının parladığı kuzey İtalya'da yapılmıştı. Vix hazinesinin parçaları, bugün, Chatillon müzesinin salonlarında görülebilir. Böyle bir buluntunun ortaya koyduğu problemleri çözmek, çok ilginç olsa gerek. Peki, ya ölünün vücudu ? Mezardan kemikler ve üstüne bir taç oturtulmuş bir kafatası çıkarıldı (tümü, tekerlekleri sökülüp mezarın duvarına dayanmış bir arabanın kasasına yerleştirilmişti). Bu kemikler, otuz yaşlarında bir kadına aitti. Başka yerlerde bulunan on beş kadar "arabalı mezar"dan çoğu, asker ve hiç kuşkusuz, komutan kabirleriydi; ama, bir kadın mezarı da biliniyor. O halde, Vix Kadını kimdi? VI. yüzyıldan kalma bu oppidumda hangi kavim oturuyordu? Yunan ve Latin tarihçilerinin belgelerine başvuralım. Marsilya, yirmi beş yüzyıl önce, şimdiki Türkiye'den gelen Yunanlılar tarafından Rhöne nehrinin ağzına yakın bir yerde kurulmuştu; bu zengin koloni, yüzyıllardan beri Provence'ta oturmakta olan Ligürlerin işgal ettiği toprakların yakınına yerleşmişti. Galyalıların en yakın ataları olan Keltlerle komşuydular.

Yukarıda:Parça parça sökülmüş büyük bronz vazoyu taşıyan öküz arabası, Vix oppidumunun eteğine varmış. Galyalılar, ağır kulpları ve boğaz süslemelerini kayın kütükleriyle yapılmış bir arabalığa götürürken, Yunanlılar da bir teskerenin üzerine yerleştirilmiş kazanı kaldırıyorlar.

Madenlerin Adları

Cassiterides adının kökeni bilinmiyor; ama Yunanlılara göre bu, sadece kalay satın alınan takımadaların adı değil, aynı zamanda kalayın kendisini de belirten bir kelimedir. Bu madene adını takımadalar vermiş olabilir. Nitekim Fransızca'da bakır demek olan "cuivre" kelimesi, doğrudan doğruya Kıbrıs (Fransızcası "Chypre") adasından gelir: Latinler bakıra "aes cypriurri" (Kıbrıs tuncu) diyorlardı. Bronz kelimesi de bize eski adı Brundisium olan, Güney İtalya'deki Brindisi'den İtalyanca bronza kelimesiyle gelmiştir.