Denizler Hakimi Fenikeliler
İbiza'da (Balear adaları) bulunan, mavi cam hamurundan yapılmış bu kolye Fenikelilerin çok uzak denizlere kadar açıldıklarını kanıtlar.
Fenikeli Adının Kaynağı
Dilimizdeki "Fenike" kelimesinin ilk kaynağı Yunanca "phoinikes"tir. En eski Yunan metinlerinden birinde, yani Homeros'un "Odysseia"sında geçen bu adlandırmadan Fenikelilerin haberi bile yoktu: Kenan ülkesinde oturdukları için onlar kendilerine Kenanlı derlerdi. Kenan ülkesinin adı da Milattan önce XV. yüzyıldan kalma Mısır ve Mezopotamya yazıtlarında karşımıza çıkar. Bu ülke, bugünkü İsrail, Lübnan ve Suriye devletlerinin kıyı kesimindeki topraklarda kurulmuştu. Dilbilim açısından ele alınırsa, Fenike ve Kenan sözcüklerinin ikisi de aynı anlama gelir: Fenike, "kırmızı- ya da "erguvan rengi" diye çevirebileceğimiz Yunanca "phoiniks" sözcüğünden türemiştir ve Mykenai yunancasında bir arabanın kırmızı rengini belirtmek için kullanılan "po-ni-ki-ja-" sıfatı vardır. Öte yandan, 11. binyılda Mezopotamya'da konuşulmuş samî dillerin en eskisi olan ve Fenike diline çok benzeyen Akkad dilinde de, "erguvan kırmızısı" anlamındaki "kn'n"dan (Kenan) türemiş bir "kinakhu" terimi vardı. Böylece, Ön Asya kıyılarında yaşayan bu insanların adlarını "kırmızı"dan aldıkları anlaşılıyor. Bu halkın Güneybatı Arabistan'dan, bugünkü Yemen dolaylarından doğduğunu kabul eden bazı yazarlar, adlarını da, Eskiçağ'da Eritrea denizi ya da Erythraeum mare diye adlandırılan Kızıldeniz'den aldıklarını savunurlar: denizin adı ise, mercan adacıkları yüzünden sularının yer yer kırmızı olmasından ya da denizi kuşatan çöl topraklarının kendine özgü renginden gelir. Ancak, bu varsayımlar oldukça şüpheli gözüküyor. Fenikelilerin bu adı, kendilerini zengin eden erguvan boyası sanayiinden almış olmaları daha akla yakın. Murex dediğimiz dikenli salyangozdan çıkarılan bu boya, çok değerli lüks kumaşların boyanmasında kullanılırdı.
Soldan sağa: Mısır sanatından etkilenmiş Aştart heykelciği (Louvre); Asur etkisinde, altın kakmalı fildişi levha (M.Ö.VIII.-VIL yy.); süslü altın balta (M.Ö.XVII.yy.); Minat el-Beyza'dan fildişi levha.
Fenikeliler ve Eskiçağ Geleneği
İnsanların belleğinde hemen hiçbir iz bırakmadan silinip giden bazı halklara karşılık, Yunan ve Latin yazarlarıyle İncil sayesinde Fenikelilerin anısı çok canlı kalmıştır. Tir ve Sidon, Roma çağında da hâlâ zenginliklerini ve birer ticaret merkezi olarak eski canlılıklarını koruyorlardı : bu kentlerin önünde uzanan, Lübnan'ın bereketli ve iklimi ılımlı kıyı ovası, coğrafyacılar tarafından hâlâ Fenike diye adlandırılıyordu. Aslında Fenike adı ancak Milattan sonra VII. yüzyılda, Arapların bu toprakları ele geçirmelerinden sonra tarihe karışmıştır. Sanıldığına göre bu halkın tarihi M.Ö. XI. yüzyılda, Akdeniz'deki ticaret pazarlarının fethine giriştikleri yıllarda başlar. Fenikeliler bu fetih harekâtı sonucu Akdeniz'de kendilerine yeni ticaret kolonileri kurdular; sonradan çoğu bağımsız birer site haline gelen bu kolonilerin içinde en ünlüsü Kartaca kentiydi. 1856'da bir toprak kayması sonucunda köylülerden, biri, içinde siyah taştan yapılmış güzel bir mezar bulunan küçük bir yeraltı gömütlüğünü keşfettiği zaman Fenikeliler üstüne zaten pek çok şey biliniyordu. Üzerinde kral Eşmunazor adına bir yazıt bulunan ve M.Ö. V. yüzyılın ortalarına ait olduğu sanılan bu taş lahit sonradan Louvre müzesine götürüldü. O tarihten sonra bu bölgedeki kazılara ağırlık verildiyse de, pek önemli sonuçlar alınmadı. Dicle ve Fırat kıyılarındaki buluntular, özellikle de bu yöreden çıkarılan yazıtlar, Fenike tarihinin tanınmasında, Tir, Sidon ya da Cebeyi (eski Byblos) gibi Eskiçağ yerleşmelerinde yapılan kazılardan çok daha büyük yararlar sağlamıştır.