maçahel

Efeler Köyü

14.07.2010 Çarşamba/ Efeler Köyü

Kazık olmuş kaslarımız nasıl çözülecek bilmiyorum ama bizim program ya devam edecek ya edecek! Neyse ki Osman bir önceki güne göre bugün daha az tabana kuvvet , daha çok minibüs ile transfer olduğunu söylüyor. Pansiyonumuzdan çıkıp önden akan dere boyunca yürüyoruz.

Yolda üzeri yemyeşil sarmaşıklar ve bitkilerle kaplanmış tarihi bir taş köprü yolumuza çıkıyor.

Solda dere akıyor, sağ tarafta gelişigüzel yerleşmiş ahşap evler ve önlerinde mısır ve fındık ekili arazileri...

Birkaç adım sonra yine bir taş köprü, bu sefer altından sular akıyor. Çok estetik ve dinlendirici bir görüntüsü var.

Tura devam ediyoruz. Şu, hani pansiyonun önünden geçen derenin, ormanın ayakları altından aktığını söylemiş miydim ;-)

Dere üzerinde dağın karşı tarafına yaya geçişi sağlamak üzere yapılmış sundurması da olan bir ahşap köprüde mola alıyoruz. Köprünün kenarına oturup, ayaklarımızı sallandırarak akan suyun hipnoz etkisi ile çocukluğumuza geri dönüyoruz.

Bu derede yüzülebildiğini söylemiş miydim ;-) Bizim cengaver arkadaşlarımız yüzme cesareti gösterirken biz ayaklarımızı sokmakla yetiniyoruz. Burada yarım saat, kırk dakikalık molamızın ardından, (Osman büyüksün) Fiko bizi pek yakında, dağların bağrında bir orman içinde böğürtlen yemeye götürüyor! Ben çocukluğumdan beri ne bu kadar iri ve bol böğürtlen gördüm ne de yedim! Bunların iriliklerine bakınca (üzüm salkımı gibi), benim çocukken yediklerimin de yeterince yetişmemiş olduğunu düşündüm. Bunu da Macahel’in ekosistemine mi bağlamak lazım, bence lazım..... böğürtlen gözümüzü döndürmüş olmakla birlikte yine minibüs içinde ilerlerken elma ağaçlarına denk geliyoruz. Bu meyveden de nasibimizi alıyoruz:)

Peynir, zeytin, bal, tahinli börek, yağlı/pişiden oluşan hamur işleri ve çaydan oluşan öğlen yemeğimiz için Deda Ena Pansiyon’a geçiyoruz. Burası da pek ferah bir yer. Önünde bir meyil alabildiğine mısır ekilmiş. Bu meyilin tepesinde de bizim yediğimiz teraslı kafeterya. Uçuyor gibi hissettiriyor manzara insana. Girişte petekler var. Arıcılık yapıyorlar.

Bugün isteyenlerle balık tutma aktivitesi var dönüşte. Barış ve Umut katılıyorlar. Zeliha grubun kızlarına yoga yaptırıyor; 1,5-2 saat nasıl geçmiş anlamadık.

Akşam yemeği 20:00’de. Tavuklu yoğurt çorbası, kesme erişte makarna, dün mantısını yediğimiz hamurun tatlısı, kişnişli karalahana yemeği ( annem çorbasını yapar bu şekilde) kişniş salatası. Enfesti, enfes! Bu yemeklerin (karalahana ve erişte hariç ) hiç birini yememiştim. Özellikle taze kişniş benim damak tadım için çok güzel oldu.

Bu akşam hiç yoktan güzel bir eğlence çıktı: akordeon ve horon. Bir yatak altında saklanan akordeonun bahsi açılınca, çalan var mı, kim çalar muhabbeti çok kısa döndü. 15 dakikaya bir çalan bulundu:) Akşam yemekleri ardından çay içmek üzere çıkılan üst kattaki ahşap bir asma kattan ibaret olan sefa mekanında bir iki horon denemesi sonrasında her adım ve ayak vuruşunda esneyen zeminden ötürü evle birlikte aşağı çökeceğimiz endişesinden hop eden yüreklerimiz ağzımızda, alt katta, bizim odaların önündeki cumbalı balkonda horon vurmaya karar veriliyor. Oynamasını bilen Maçahellilerin horon vurmaktan aldıkları keyif, o birlik ve dayanışma ruhunu aktarması, o delişmen doğanın önemli bir parçası olan insanının da aynı karakteri oyunlarına yansıtabilmesi açısından izleyiciler için de bir o kadar keyif...

Ardından Kenan’ın çaydanlık devirme gösterisi geliyor. Kurban, oturma posizyonuna göre Umut oluyor... Neyse ki çaydanlık boş! :D İyi rol kesiyor ama..

Eğlence vaktinde bitmeli , değil mi...herkes yavaştan 2300 gibi odasına çekilmiş oluyor...