Amerİka Birleşik Devletleri

San Francisco Çin Mahallesi

7 Mayıs 2012 Pazartesi, 21. Gün/  

San Francisco’da yazdan kalma bir gün. Bugün Amerika’da son günümüz. 

Otelimiz Çin mahallesinde olmakla birlikte Çin mahallesi turunu sona bırakmıştık. Okuduğumuz otel broşürlerinden birisinde gönüllü bir rehberlik sistemi olduğunu öğrendik- “San Francisco City Guides”. Bu linkten detaylı bilgi alabilirsiniz. http://www.sfcityguides.org/index.html San Francisco’nun çeşitli bölgeleri için bu şekilde rehberlik yapan bir saatlik turlarda o bölgeye ilişkin saklı kalmış bilgileri paylaşan rehberlerin oluşturduğu bir ekip. Gerçi adı “gönüllü” ama turun geçmişini ve işleyiş hikayesini anlatırken rehber aynı zamanda kişibaşı 10-12 $ bir bahşişin de verilebildiğini belirtti:) 

Her bir bölgenin programı için buluşma noktaları ve saatleri veriliyor. Biz de buluşma noktasına gittiğimizde rehberimiz oradaydı. Toplamda 3 turist olduk. 09:45’te başlayacak tur için vaktin gelmesini bekliyoruz; başka gelenler de olabilir düşüncesi ile. 

Çinliler’in San Francisco’ya gelişi hikayesi ile başlıyor turumuz. 1849 Altına Hücum döneminde çalışmak üzere geliyorlar ve bu göç hareketi 1900lere dek sürüyor. Bu vesile ile San Francisco’daki Çin Mahallesi Amerika’nın en eski Çin Mahallesi ünvanını kazanıyor. 1868-1873 arasında da tüm ülkeyi saran demiryolu inşaatları ile yine bir göç dalgası başlıyor. Taa ki 1873’te başlayıp 30’lara kadar süren The Great Depression – ekonomik depresyon dönemi dünyayı sarsana kadar. Tam da bu dönemi takiben baş gösteren işsizlik ile bilhassa Çinlilere karşı bir antisempati oluşmaya başlıyor ve Chinese Exclusion Act of 1882 yasası (Çinlileri Mahrum Bırakma Yasası) kabul ediliyor. Bu yasa ile Çinlilerin ülkeye ve şehre girişi kısıtlanıp, aile birleşmeleri engelleniyor, girebilenler ancak tek erkek olarak giriş yapabiliyorlarmış. İkinci Dünya Savaşına kadar sürmüş bu kısıtlama. 

Mahallede gezdikçe binaların dışından bile evlerin oda tiplerini kolaylıkla anlayabiliyorsunuz; tek erkekleri barındırabilecek kadar küçük odalar ve ona uygun pencereler, ya da koğuş gibi odalar. 

Bu yoğun erkek yoğun nüfuslu göç alınan dönemde 2000 adam başına bir kadın düşüyormuş. Başta bir nevi Çin toplumunun sözcüsü ve haklarını koruyan iyi niyetli bir temsilci grubu olarak başlayan ama zaman içinde kaçakçılık, kumar vb işlere bulaşan Tong çeteleri Çin’den kadın ticaretine başlayarak, kimsesiz kızları aile birleşmesi adı altında getirtip bu orantısız nüfusu dengelemek için fuhuş ticaretini başlatmış. Kendi içinde düzen sağlayan bu çetelerle bir zaman birlikte çalışan San Francisco polisi olay adama öldürmelere gidince bu sistemi tamamen dağıtmış ve mahalleyi çetelerden arındırmış.

Çok acıklı ve mücadeleci binlerce yaşam öyküsü dolanıyor sokaklarda. Mesafeli ve içlerine kapalılar. Herhalde her fırsatta taa 1960’lara kadar göçmen, yabancı, Amerika’da eğreti duran bir halk grubu olarak ırk ayrımcılığına maruz kaldıklarından kendilerini köken olarak ait oldukları kültüre hep bağlı kalmak ihtiyacından olsa gerek. Hoş biz turist olarak bu en eski ve Asya dışındaki en büyük Çin nüfusu ortasında kendimizi Çin’de hissetsek de onların bunu hissettiğinden şüpheliyim.

Gençleri bile bugün İngilizce konuşmakta ve anlamakta zorlanıyor. Güleryüz bulmak zor. Kendi aralarında hep Çince konuşuyorlar. Gerçi bu insanların büyük kısmının dışarıdan geldiğini belirtiyor rehberimiz.

Bir-iki aktar görüntülü dükkan önünden geçiyoruz; bunlar eczane diyor rehberimiz. Tamamen bitkisel ilaçlar yapıyorlarmış. Tanıdığım bir zencefil görüyorum. Bitki ilaçları yapılıyor bu dükkanlarda. Yüzyıllardır aynı yöntemler, kendilerine özel ölçüler, kavanozlar ve çekmecelerle dolu değişik mekanlar. Bunca yıldır aynı doğrultuda gitmelerinin bir sebebi olmalı diyorum içimden...

Bir kasap dükkanına sokuyor bizi rehberimiz. Bu kasap her eti satıyor; hem beyaz et, hem kırmızı et, hem balık. Sakın fotoğraf çekmeye kalkmayın, diye uyarıyor girmeden önce. Hassasiyet yapabiliyorlarmış. Kimseyi rahatsız etmemeye çalışarak dar koridordan sanki ilk kez bir kasap dükkanına giriyormuşçasına ilerliyoruz. En dibe götürüyor bizi rehber. Bıldırcın olduğunu düşündüğüm canlı kuşlar üst üste konulmuş kafes içerisinde alıcı bekliyorlar sanırım. Canlı balık tanklarında değişik balıklar ve kabuklular görüyoruz. Müşterilerin garip bakışları ile çıkıyoruz dükkandan. Ama rehber geri çağırıyor vitrine. “Her zaman bulunmaz bu, bakın” diyor. Gösterdiği timsah ayağı:) Bunu herhalde Çin’den ithal ediyorlar dedim. Tabii dedi rehber. Japon restoranında iki gün üst üste ikram olarak sunulan çorbadaki peynir falan olduğunu düşünmek istediğim maddenin ne olduğu şimdi kafamı kurcalamaya başlamıştı :) Sonra kardeşimden öğrendim; Tofu çorbasıymış ve hastayken bizde içilen tavuk suyu çorbasının muadiliymiş. Gerçekten tadı da çok benziyor.

Kasaptan sonra Çinlilerin meşhur şans kurabiyesinin üretildiği bir üretim atölyesine gittik. Rehberimiz bu sokakların artık turistik Çin Mahallesinden çıktığını ve halkın kendi alanı olduğunu belirtti. Günün herhangi bir saat diliminde geçerken fark etmiş ki, aynı insanlar 10 saat durmadan aynı işi yapıyorlar –bu üretim hattı diye nitelenebilecek izbe atölyede. Hemen aklıma tabii ki Çin’de vasıfsız işçi olarak çalışan insanların çalışma koşulları geldi. Kuabiyelerin tadına baktırıyorlarmış; alıcı olursun diye. Ama ben hiç sevmem tadını; ikram edileni almadım. Doğrusu eğer tüm şans kurabiyeleri böylesi yerlerde imal ediliyorsa zaten pek de tavsiye etmiyorum. Bu arada fotoğraf çekmek isterseniz 0,50 $ ödüyorsunuz.

Grant Street Çin Mahallesinin turistik ayağı. Diğer ara sokaklarda (alley) gerçek Çin mahallesini bulabiliyorsunuz. Her şey daha gündelikleşiyor. Dükkanlar da. İmalathaneler görüyorsunuz.

Üç- dört katlı apartmanların en üst katları tapınak. Konfüçyanizm, Budizm ve Taoizm/Daoizm Çin’deki 3 inanış. Budizm inanışına göre ölüp dirildikten sonra, yeni yaşamlarında neleri olsun isterlerse, o dilekleri kabul olsun diye o nesnelerin kağıttan örneklerini tütsülerle yakarlarmış. Bunlara özel, bu tip kağıt örneklerin satıldığı dükkanları var. Böyle bir mağazaya girdik; aklınıza gelebilecek, sonraki hayatta arzu edebileceğiniz her tür nesnenin kağıt kopyası var; mesela dizüstü bilgisayar, I-pad, I-pod, gömlek, spor araba….

Bu ilginç dükkanın ardından yürüyüşümüz devam ediyor. Qing hanedanını devirerek imparatorluk dönemini kapatan (1912) geçici cumhurbaşkanlığı yapmış Çinlilerin son derece saygı duyduğu bir figür olan Dr. Sun Yat-Sen’in Anma Salonu önünden geçiyoruz. Basit bir salon, küçük bir bina ama unutmamışlar.

1906 Depreminde ve takip eden yangında San Francisco’da neredeyse bütün binalar yerle bir olmuş, ve o zamandan orijinal kalan pek az yapı olduğunu söylüyor rehberimiz. Bunlardan bir tanesi de 1891’de insanların Çin ile telefon görüşmeleri yapabilmek için kurulmuş bir istasyon, 1894’te de abonelerine hizmet veren bir Telefon Santrali Binası haline gelmiş. İlginç olan, Burada çalışan bayanların 5 farklı Çin diyalektini anlayıp –konuşup, abone numaralarını da akıllarında tutabilmeleri gerekiyormuş. Teknoloji ile birlikte bu santral 1949 da kapanınca Canton Bankası almış ve restore etmiş.

Mahalle turumuzu başladığımız noktada bitiriyoruz. Ne yapacağımız konusunda kararsızız. Saat 11:00 civarı. Walt Disney Müzesi için geç kaldık düşüncesi ile (oraya gitmek deneyimlerimize göre 1.5 saat alacak) ilk geldiğimizde indiğimiz ve benim çok sevdiğim yere, Balıkçı Barınağı’na (Fisherman’s Wharf) son bir yürüyüş yapalım ve Alcatraz’ı ziyaret edelim dedik. Ancak bilet bulamadık. Saat de ilerlemiş olduğundan yemek için Wharf’ta Hook& Cook adlı bir yer seçiyoruz; lakin hiç tavsiye etmiyorum!

Yolun uzaklığını göze alıp Walt Disney Müzesi için şansımızı zorluyoruz. Meşakkatli ve bol beklemeli , 3 aktarmalı yolculuk ardından bir de baktık ki otobüs bizi başka rotadan götürüyor. Durak arkada kaldı. Kaderde ne Alcatraz ne Walt Disney Müzesi’ni görmek varmış. Otobüs ile kocaman bir “O” çizerek başladığımız yere geri döndük. Wharf’a yakın bir yerde inip daha önce gözümüze kestirmiş olduğumuz bir yogurtçuda taze meyveli “frozen yoghurt” yedik :) Son saatlerimizde Wharf’ta takıldık, Street Car ile Market Street’e geldik ve Super Duper Burger’de hamburger yedik. Ben ilk kez vejeteryan burger denedim. Burger niyetine yiyince olmuyor tabii, mücver niyetine yenilebilir ama :)

Los Angeles’in çok renkli, çok kişilikli, daha doğrusu serbest olduğunu okumuştum ama San Francisco’da bunun örneklerine daha çok rastladım gibi geldi. Gerçi bu sürpriz de değil. SF, özgürlüklerin sonuna kadar yaşandığı bir şehirmiş...